https://figenbegen.com/en 959 0 0

USTALIK SORUMLULUK GEREKTİRİR

Sanatçı demek; deneyimlerini, bilgilerini, edinimlerini hiç sakınmadan, çevresini büyük bir hevesle kuşatan sanatseverlere, öğrencilerine aktaran kişi demektir, benim gözümde. O aktardıkça, büyüyecek, gelişecek, daha yeni bilgilere yelken açacaktır. Bu aynı zamanda ona oldukça yüklü bir sorumluluk getirecektir.  Durmaksızın, dinlenmeksizin hazırlanacak, araştıracak, aklına bile gelmeyen birçok sorunun birgün kendisine yöneltilebileceği sorumluluğuyla bilgilerine, deneyimlerine binlerce yenilerini ekleyecektir. Örneğin; her renk tüpünün ya da tabletinin içindeki pigmentlerin miktarını, etkisini, kontrast ( zıt) ya da komplemanter (tamamlayan) etkisini bilmek, imalatta kullanılan maddeleri tanımak, tablonun yaratılması ve korunması esnasında son derece yardımcı bilgilerdir. Bu bilgiler boyayla başlayıp, yüzey malzemeleri ile devam eder. Gelecek makalelerimde sizlere tekniklerle ve malzemelerle ilgili daha ayrıntılı bilgiler vereceğim. Sanatçı; benim gibi olup, kabına sığamadı mı, bir de öğrencilerini dünyanın dört bir yanına taşımaya kalktı mı, iş daha da zorlaşıyor. Düşünün Türk’sünüz, anadilinizi gayet iyi konuşyorsunuz, ama kendinizi başka dilde ifade edemiyorsunuz. Hep ” birileri gelse de sorsam, anlatsa, tercüme etse bana sorulanları, çevrede konuşulanları duyup ne dediler anlayabilsem ”  endişesiyle yaşayacaksınız. Kaldı ki; ülkenizi, kültürünüzü tanıtmak, sanatçı dostlarınızla diyalog kurmak, bilgi alışverişi yapmak, en basitinden bir kahve içip sohbet etmek gerektiğinde anlamayan bakışlarla sıkılmak, ezilip, büzülmek yerine, gidilen ülkenin dilini konuşarak ne kapılar açarsınız kendinize. 1997 yılında rahmetli Ali Rıza Kırkan hocam ve eşi ile Paris’e gittiğimizde, marketteki alışveriş esnasında yaşadığım minicik bir problem beni Fransız’ca öğrenmeye, tekrar Paris’e gittiğimde, aynı markete gidip bana aradığım ürünü Fransız’ca söyleyemediğim için küçümseyen gözlerle bakan kişiye haddini bildirmeye kadar gitmişti. Adam benim kadar bile donanımlı olmadığı belli olan bir kişiydi, o bile bu zor dili rahatlıkla konuşabiliyordu. Demek ki öğrenebilirdim, belki de dedikleri kadar zor bir dil değildi. Azmin elinden kurtulmadı bu arzum ve ben 3 yılde Fransız kültür Merkezinde Fransızca öğrenip hem de yüksek seviyede diplomamı aldım.  Bu belki şimdi bu, size çok basit, gereksiz bir örnek gibi gelmiştir ama inanın bana öyle bir ders oldu ki; o olaydan sonra kişilerin aralarında konuşurken, kuşkulanıp ezilmek yerine elimden geldiği kadar, sergilerim ve aldığım davetler için gideceğim ülkelerin dillerini öğrenmeye karar verdim. İspanya’da sergim varsa İspanyolca, İtalya’yadan bir davetim varsa İtalyanca, Almanca, İngilizce ve tabii ki Fransızca. Bu yıl gideceğimiz Hollanda yüzünden de birkaç aydır Hollanda’ca çalışıyorum. Pes dediğinizi duyar gibiyim, ama merak etmeyin dillerin hepsi birbirine benziyor; kimisiAnglo ‘ Sakson, kimisi Latin kökenli. Yani bi-ikisini öğrendiniz mi gerisi zor değil. İş azimde, iş sorumluluklarının farkındalıkta, iş kendine güvende, işi işini sevmekte. İş insanları sevip elinizden gelenin en iyisini vermeye kanalize olmakta.Hepsi bu. Markette yaşadığım o olayın sonrasında da güzellikler birbirini takip etti ve ben 1999 yılında Paris Devlet güzel sanatlar Akademisi’ne kabul edildim. İyi ki fransızca öğrenmişim, iyi ki bu okula gelmişim, neler öğrendim, ne deneyimler kazandım anlatmakla bitmez. Şimdi öğrencilerimi oraya götürürken hatta okul bana Türkiye’den öğrenci kabullerinde yetki verirken, gerçekten kendimle ve yaptıklarımla bir kez daha gururlandım. Artık çevremde sanatla ilgilenen meslekdaş ve öğrencilerime kapılar açacak ve Fransa’yı türk sanatçılarla tanıştırabilecektim. Ne gurur, ne haz yaşamanız gerekir. Öğrencilerim çizdikçe, öğrettiklerimi uygulayıp, övgüler aldıkça göğsüm nasıl kabarıp, gözlerim dolu dolu oluyor görmeye değer. Onların desenleri, çizgileri benim ilk torunlarım gibi. Bu yüzden de her yıl temmuz ayında bu gezileri tekrarlıyor, paris’e öğrenciler götürüyorum, ister benim olsun, ister başka okul ya da kurslarda resim dersi alıyor olsunlar, farketmez.Yeter ki santı sevsinler, gönül versinler, en önemlisi de kendilerine, çizgilerine güvensinler. Benim öğrencilerim için problem yok, onlar benden orada öğrendiğim teknik ve özgürlükle dres aldıkları için rahatlıkla gidiyorlar. İşte bu hep yabancı dil konuşmak, onlara kendi dillerinde hitap edebilmek, kendimi iyi ifade etmekle oldu. Ben kendim için değil, çevrem için de yapıyorum ne yapıyorsam. Paylaşmadıkça bir anlamı yok benim için bilginin, donanımın.Az emek değil, tatil diye, boş vakit diye birşey bilmiyorum ben yıllardır. Pazar gezmesi, arkadaş toplantısı, hepsi benim için atölyemde, tuvalimin karşısında. Kâh çizdiğim desenlerle konuşur, kâh dertleşirim onlarla. İstediğimi başardığımda öperim onları, olmayınca da kızgın kızgın bakarım yüzlerine. Suçlu onlarmış gibi. Tuvalin içinden fırlayıverip, bana nerde hata yaptığımı söylesinler, işimi kolaylaştırsınlar diye. Onlarsa bana sadece daha fazla düşünmemi, biraz daha yakın ilgi gösterip, daha bir konsantre olup, ne istediklerini kendim bulmamı, eksiğin hemen oracıkta yakında olduğunu söyler gibiler. Alıştık birbirimize, bakışa bakışa varıyoruz sonuca.Daha sonrasında, yorgun ama mutlu atölyeye indiğimde, gülümsüyorlar bana, herkes mutlu, yeni ödüllere, sergilere, fuarlarda boy göstermeye hazırız hepimiz.Yolumuz açık olsun.

PREVIOUSNEXT
0 Comments
+ LEAVE A REPLY

CLOSE