TILBURG’TAN SEVGİLERLE
Bu hafta sizlere, Paris serüvenimden önce kızımı görmek için bir haftalığına geldiğim, Hollanda’nın Kuzey Brabant bölgesinin ikinci büyük şehri Tilburg’tan yazıyorum. Tilburg Hollanda’nın altıncı büyük şehri. Nüfusu yaklaşık 300 000 kişi olan, Berkel-Enschot ve Udenhout köylerini de içine alan şehir, Kuzey Brabant bölgesinin, güney kısmında yer alıyor. Hukuk ve ekonomi üzerine Avrupa’da isim yapmış Tilburg Üniversitesi, Avrupa Ekonomik Birliği tarafından iktisat ve pazarlama idaresi konularında önemli ” Avrupa yüksek Eğitim Kurumu” olarak kabul edilmiştir. Şehirde bulunan üç adet tren garı, gerek başkent Amsterdam’a, gerekse diğer önemli tarihî şehirlere son derece hızlı ve güvenli bir şekilde ulaşım imkanı sağlamaktadır. Bisikletin de; diğer tüm Hollanda şehirlerinde olduğu gibi, baştacı olduğu bu şehirde, hava kirliliği diye birşey söz konusu bile olamaz. Etrafını saran, korular ve ormanlarla kaplı banliyöler ve minik köyler, ister bisiklet, ister tren, ya da otobüsle kısa sürede ulaşabildiklerinden, şehrin akciğerlerini oluşturmaktadırlar. Uzun yürüyüş, ya da bisiklet turlarından sonra, orman kenarında bulunan teras kafeler size, kısa ya da uzun mola imkanı sunmaktadırlar. Yöresel yemekler ve geleneksel buz gibi biraların, meyva şurubuna batırılarak yenen peynirlerin, eşsiz manzara karşısında verdiği haz inanılmaz keyiflidir. Göllerde ve kanallardaki ördeklerin atacağınız bir lokma ekmeğe koşuşmaları da ayrı bir zevk. Temiz hava, temiz, görgülü, bilgili, kibar insanlar, dakik işleyen, mis gibi kokan, siz yerinizi almadan bir türlü hareket etmeyen toplu taşım araçları, gezme zevkinizi arttırır. İstediğiniz her yere kolayca ulaşır, sorduğunuz her soruyu görev addedip, size elinden gelenin fazlasıyla yardımcı olan insanlar yüzünden, kaybolma riski olmadan rahatça her yere gidebilirsiniz. Soğuk Kuzey Avrupa’nın sımsıcak insanları sayesinde. Tilburg’ta, her yıl Temmuz ayında, on gün süren, Kuzey Avrupa ülkelerinin en büyüğü addedilen kermes, şehirde kalacak yer sıkıntısına neden olur. Hollanda Tekstil Müzesi ve De Pont Modern Güzel Sanatlar Müzesini de bünyesinde barındıran Tilburg, aynı zamanda kızımın çalıştığı, Amerika-Hollanda ortak kuruluşu olan IFF ( International Fragrences and Flavours ) Uluslararası Kokular ve Aromalar fabrikasıyla da ünlüdür. Ürettikleri hammaddelerinin, ilk kalite kontrollarını gerçekleştirdikten sonra, dünyanın dört bir köşesindeki dolum tesislerine yollar, en ünlü parfüm fabrikalarının şişelerinin, ünlü mağazaların raflarında yer almalarına kadar geçen serüvende büyük rol oynar. İşleri bu kadarla da kalmaz, deterjandan tutun, deodoranta ve kozmetiğe kadar, sütten tereyağına kadar içine aroma giren her türlü ürünün, mis gibi kokmasını da sağlarlar. Karşıdan bakınca bu kadar önemli görevleri üstlenen bir şehrin, çok daha göz alıcı, abartılı, züppe olması beklenirken, Tilburg, tüm alçakgönüllülüğüyle sizleri bekler. Bu şehirde, beni etkileyenler bu kadarla da kalmıyor. Tren istasyonun tam karşı sokağında bulunan, Antoon de Jongun sahibi olduğu, sanat malzemeleri satan dükkanı da cabası. İçerde yok yok. Hobi malzemelerinden tutun da resim, heykel, seramik, ne ararsanız var. Aklınıza gelebilecek, ya da hayal bile edemeyeceğiniz her türlü ürün, değil sizi resim yapmaya, gerçek bir yaratıcı olmaya bile itebilir. Fiyatlar, bize göre daha uygun, zira ürünler burada üretiliyor. Üstüne üstlük, bizim geçen yıl atölyede işlediğimiz ” Hollanda Ekolü” ile ilgili, portre renklerinden tutun da, deniz renklerine, natürmort renklerine kadar her türlü teknik malzeme ayrı ayrı satılıyor. O pastellerin tonları, o akrilik medyumları, o yağlıboya skalaları insanı delirtmeye yetiyor. Türkiyede daha bu kadar rengi ve tonunu bir arada görmek henüz nasip olmadı. Paletler çeşit çeşit, incelticiler, doku vericiler, en az yirmi farklı dokudaki tuval bezleri ve suluboya kağıtları. Şasi ve çerçeveler de aynı ortamda yapılıyor. Başınızda mağaza görevlisi, ya da kasada ” başka ne lazımdı? ” demeden, sizi hiç rahatsız etmeden, mağazanın gerçek sahibiymişsiniz gibi davranmanıza fırsat verir, üstelik ne alacağını bilmeden gelen birine, ” içerde bir sanatçı var, ona soralım, deneyimlidir ” der, sizi bir de yüceltir. Anlatmakla, saymakla bitmeyecek. Aslında Avrupa’nın her yerinde bu böyle, en küçük kasabada bile ihtiyacınız olan sanat malzemelerini bulabilirsiniz. Toptancının, dövizin esiri olmadan hem de. Standların altında, içine koyacağınız pastelleri bekleyen boş kutular, seçerken elleriniz kirlenebilir diye yanında duran ıslak mendiller size kendinizi iyi hissettirmeye yeter de artar bile. İçerden, hafiften klasik bir müzik, uzaktan kulaklarınıza dolarken nereye bakacağınızı neyi alacağınızı şaşırıyor, kendinizi şımartmadan da edemiyorsunuz. Defterler, bir alana, bir promosyon. Fırçaların en büyüğü, oniki cm çapında, gerçekten, workshop fırçasıymış , Çin fırçalarının en büyüğü, kıl uzunluğu yirmi beş cm, çap gerçekten de oniki cm. Diğer fırçalar bizdeki fiyatlara göre yarı yarıya ucuz. Samurundan, at kılına, domuz kılına kadar envayi çeşit. Bunlar bir yana, en önemlisi de kapıdan içeri girer girmez, sağ tarafınızda 3-5 yaş çocuklarına ayrılmış küçücük bir masa ve altı tabure var. Hergün mağaza yetkilisi bir genç, boyaları alıp geçiyor masanın başına, eğer çocuk ebeveyniyle geldiyse o alışveriş yapana kadar, eğer sadece kendisi için resim yapmaya getirildiyse, bir saat kadar orada çizmeyi, boyaları kullanmayı, plastik çamurdan heykelcikler yapmayı öğretiyor. Durum böyle olunca da; kimse çocuğuna; ” malzeme yok, hem bırak sen şimdi resmi, matematik çöz, sınavlarına az kaldı” demiyor. Onun, malzemeleri tanıyarak, ne gibi bir hobiye meraklı olduğu daha küçük yaşlardan tesbit edilip, ilerde boş boş sokaklarda dolaşacağına, ya da istemediği, yeteneğinin olmadığı bölümlerde okuyup, başarısız ve mutsuz olacağına, kendini en iyi hissedeceği mesleğinin seçimine de yardımcı olunuyor. Nasıl mı? Sanat malzemesi tanıdı diye , ille de sanatçı olmaya zorlanmıyor elbette. Orada en çok neyin resmini yaptığına, ne renklerle, neler yarattığına bakılıyor mağaza görevlisi tarafından, okulda öğretmenine ve ana – babaya rapor gönderilip uyarılıyor. Belki en çok doktor resmi yapıyor, belki polis, belki marangoz. İçinden ne geliyorsa. Mesleğini farkında olmadan seçiyor, okulda da ona göre yönlendiriliyor. Aynı çocuk, dengesini sağlasın diye, daha yürümeyi öğrenmeden tekerleği olmayan, ahşap bisikletlerle ayaklarını pedal yapıp yol almayı öğreniyor. İlk adımlarını atmaya başlayınca da, ilk bisikleti alınıyor. Taksi, dolmuş, otobüs kullanmak yerine bisikletle okula gidip geliyor. Durum böyle olunca, bisikletler için özel yol da yapılıyor, şehirleri bir baştan bir başa dolaşabileceğiniz, trafiği rahatsız etmeden güvenle ilerleyebileceğiniz, trenlerde özel bölümlere koyabileceğiniz, eliniz ayağınız bisikletiniz, hayatınızın en önemli parçası, indiğiniz şehirde tekrar sizi istediğiniz yere taşımak için emrinizde. Hem spor yaparak, dinç kalın, hem de temiz havayı ciğerlerinize çekerek okula, işe gidin. Teknoloji bu, modern yaşam bu, sağlık bu, iyi çocuk yetiştirmek bu. İşin en ilginci de; hangişehre giderseniz gidin, hep eşit, hep aynı kalite, eğitimde, yaşam standardında, modada, alışverişte. Hiçbirinin bir diğerinden kalır yeri yok. Her güzellik eşit pay edilmiş. Ne mutlu o insanlara. Endişesiz, huzur dolu, sağlıklı bir yaşantıları var. Bu yüzden de zamanlarının çoğunu Afrikalı çocuklara yardım etmek için kullanıyorlar, oradaki ailelere ve çocuklara karşılıksız yardım ediyorlar. Televizyonlardan bağış anonsları yapmadan, yardım bilincinin en gelişmiş haliyle, defter, kitap, giysi yiyecek yardımları yılın her ayı, aralıksız sürüyor. Gönüllü doktorlar, öğretmenler, avukatlar, mühendisler, tayin beklemeden Afrika ülkelerine gidiyor, hem de geri dönüş endişesi taşımadan. İşinden oradan emekli bile olabiliyorlar. E bu insanlar değil de, kim daha huzurlu uykuya dalsın, yatağa girdiğinde? Boğazından geçen lokma helal, aldığı maaş helal, üzerinde yürüdüğü asfalt onun için, temiz ülkesi, kendisi gibi iyi eğitimli vatandaşları, ailesi, arkadaşları, yediği, içtiği, ürettiği… herşey, güzel ve iyi olan herşey onun için.Önümüzdeki yazılarımda, sizlerle daha farklı yapılardaki şehirleri, sanatsal yönleriyle paylaşmayı umuyorum.