TEKNOLOJİ DENEN CANAVAR
Çağın olmazsa olmazlarından, hatta en önemlisi olan, hayatımıza öyle bir yön vermeye başladı ki; ” o” olmadığında adeta yaşayamıyoruz. Elektriği, radyoyu, televizyonu geçtim, ama ” bilgisayar” olmadan asla yaşantınızı devam ettiremiyorsunuz. Aranıyorsunuz, sorular soruluyor, cevaplarınız her zamankinden daha bir acil bekleniyor, düşünecek, bekleyecek zamanınız yok. Adeta fişlenmişsiniz. Zaman gelecek, nerede, kimlesiniz, ne yapıyorsunuz, ne yiyorsunuz, hastalığınız var mı, yasal olmayan işlerle mi ilgileniyorsunuz…Özgürlük bitti. Sizi öyle bir bağlıyor ki göbeğinizden, bebeğin anasına bağlandığı kordonla bağlar gibi, hayata bağınız o oluyor maalesef. Sizi o besliyor, yaşantınıza o karar veriyor.Normal olarak ta, en ufak bir arıza oldu mu; elektrik kesildi, modem çöktü mü, tuşlardan biri çalışmıyor mu, hayatınız bitiyor. Kısa zaman sonra zaten bitecek. Bu kadar radyasyon yayan başka bir buluş daha yapılmazsa, ki yapmaya ” ipad” leri piyasaya sürmeye, minicik yavruları esir etmeye başladılar bile. Nasıl da kanıyor ana- babalar, acımadan evlatlarının eline ne cesaretle veriyorlar o dengesiz aletleri. Çünkü, onlar da, ya farkında değil, ya da başka kurtuluş çareleri yok, çepeçevre bu idam makinalarıyla donanmış dünyada. Eskiden bir televizyonun kumandası varken, şimdi zehir saçan elektronikten geçilmiyor. İnsanları duygusuz bırakmaya başladılar. En ufak bir arızada, alt-üst oluyor, kopukluk uzadıkça, ister istemez siz de geriliyor, manen de çökmeye başlıyorsunuz. Ulaşamıyor, ulaşılamıyorsunuz, dünya ile bağınız kopuyor. Eliniz kolunuz bağlı bekliyor, bunu karşınızdakine anlatamamanın acısıyla kıvranıp duruyorsunuz. Artık siz de teknolojiye göbeğinizden bağlısınız. Ne fena, ne dayanılmaz birşey bu. Elinizi, kolunuzu iple bağlasalar, kaç saat, kaç dakika, kaç saniye dayanabilirsiniz kıpırdamadan? Özgürlüğünüz elinizden alınmış, kapalı bir kutuda, nefes alamadan yaşamak ne kadar mümkünse, bu duruma katlanmak ta o kadar mümkündür .Teknoloji tıkır tıkır işlerken, hiçbir problem yaşamazken, siz de rahatsınız, karşınızdaki de. Ama bence en güzeli, kağıt, kalem, el izi, kokunuz, dokunmak, o dokunduğunuz yere az bir zaman önce karşınızdakinin, muhatabınızın dokunmuş olması, onu hissetmeniz, onun sizi hissetmesi. Sizi, hislerinizi, duygularınızı hissettirmek ancak bir kağıt parçasıyla mümkündür, uzaklardakine. Yakınlaşmak, paylaşmak, yazınızda, kalbinizde, yakınınızda hissetmek. Önemli olan bu olmalı. Onu yöneten, isteyince yazıp, isteyince gönderen ya da göndermeyen sissiniz. ” Aman yanlış tuşa bastım gitti bile” diye bir endişe duymadan. Buz gibi, size zaman zaman itaat bile etmeyen tuşlar değil hislerinize tercüman olan. Onlar maddi, manevi zarar vermekten başka bir işe de yaramazlar zaten. Tamir edilmesi olanaksız bir durum oldu mu da, size aklınızın almayacağı kadar büyük yaralar bile açabilirler. Kağıt asırlarca baki kalır, bilgisayar çökünce kayıtsız bilgiler de uçar gider. Ya da bazen eline geçmesi sakıncalı olan gereksiz insanların eline geçer, başınıza dert olur. Burada en dikkat edilmesi gereken, bugüne kadar yaratılanların en gelişmişi, en üstünü, yedek parçası veya eşdeğerdeki bir kopyası bulunmayan ” İnsan” dır. Allah tarafından yaratılan, hala yaratılış sırrı çözülemeyen, en üstün niteliklere sahip olan insan. Tıpkı bir bilgisayar gibi beyni olan, kullanmayı bildikçe, doğru çalışan, olumlu, olumsuz herşeye yetebilen, ama ne yazıkki, o öyle bir kumanda merkezi ki, eskiyip yıpranmaya başlarsa, yedek parçası olmayan, değiştirilmesi gereken parçası tekrar imal edilemeyen, sadece bir kereye mahsus yaratılmış olduğundan, iyice kıymeti bilinmesi gereken bir organ. Bir değer, bir sanat harikası. Üstelik o beyin , bilgisayarın daha henüz başaramadığı, ait olduğu ve muhatap olduğu kişinin tüm organlarını da yönetmeye uygundur, kendiğilinden, otomatik olarak. Kumanda merkezi , tam kapasite çalışırken, siz ne zaman, neyi, nasıl yaptığınızı fark etmezsiniz bile. Herşey önceden planlanmış, programlanmıştır. Şimdi, bu durumda kendimize, beynimize, onun yönettiği organlarımıza nasıl sahip çıkacağız, nasıl davranacağız? Kısacası vücudumuza nasıl bakacağız? En kıymetlimiz, beynimizin daha uzun yıllar bizi yönetmesi, yaşamımızı istediğimiz yönde sürdürmek için gerekli olan elemenların sağlanması, sağlıklı yaşamın gereklerinin yerine getirilmesi gibi önemli görevler var daha. Sorumluluklar, sadece kendimize değil, yetiştirdiklerimize karşıdır da aynı zamanda. O halde, haydi biraz bu en değerli hazinemize, hak ettiği değeri verip, onun yönettiği gözlerimize ziyafet olsun diye sarılalım kağıt, kalemlere, tuşlara dokunup ” paint” programının hassas el çizgimizi bozup, bizi herkesin sahip olabileceği mekanik, banal, çizgilerden oluşan desenleri yerine, biz yaratalım kendi öz çizgi karakterimizi. Nasıl olsa yazı yazabiliyoruz, yer tanımlarken desen yapabiliyoruz. Nasıl resim yapamayız o zaman? Seramik te yaparız, desen de çizeriz, heykel de yaparız, ebru da boyarız. Beynimiz herşeye hazır, onda daha ne yetenekler var ortaya çıkmayı bekleyen. Ama ben çöp adam bile çizemem demek kolay, çizmeyi denemek zor. Aslında zor değil, eğer o kişi kendiyle başbaşa kalabiliyorsa. Ama toplumda o kadar çok hesap verecek kişi, ortam var ki, insan yetenekli bile olsa, neredeyse kendinden şüphe edecek hale gelir. Yapmaz eleştirir, bilmez konuşur, anlamaz yine de bakar. Verin eline kağıdı kalemi, denesin, tartsın kendini. Eleştirmek kolay, yapmak zordur. Haydi daha da geç kalmayın, ne yapmak istiyorsanız onu yapın, ama ne olur elinizle, gönlünüzle somut olarak yapın. Hazır kek almayın , evde yapın, yoğurun, zaman zaman sevginizi katın, yok olmuyorsa dövüp atın, yine de iyi gelir. Çocuklarınıza ipad almak değil, bez bebekle oynamayı öğretin. Çamura dokundurun, hissettirin, yarattırın, gelişmesine yardım edin.Gelecek için nesillere laptop değil, çizili kağıtlar, boyalı tuvaller bırakabilirsiniz ancak. Beyniniz zarar görmek yerine gelişir, eliniz esnekleşir, gözleriniz dinlenir. Çamura dokundurun, koklatın, hissettirin, yoğurtun, pişirtin. Akıllı ülkeler yenilikleri piyasaya sürüp, sadece üçüncü dünya ülkelerinin bunları kullanmalarını sağlayıp, ekonomilerini güçlendiriyorlar, insanların beş duyusunu yok ediyorlar. Bizim gibi tarihi sanatla, yaratıcılıkla, yoktan var etmekle dopdolu bir ülkenin çocukları, bu gibi ucuz tuzaklara kanmamalı, yaratıcılığını kullanmayı unutmamalıdır. Okuyun, tarihimizi yeniden öğrenin, aile göreneklerini, mutfağımızı, takı sanatımızı. Biz güçlüyüz, biz yaratıcıyız, biz farklıyız.