https://figenbegen.com/en 959 0 0

” THALIS “” HOLLANDA – FRANSA

Yine üç ülke geçip, Paris’ime, Giverny’e doğru gidiyorum. Dünyanın en başta kabule ettiği, empresyonizmin büyük ustası Claude Monet’nin, ihya ettiği, Seine nehrinden kanal açarak, suya kavuşturduğu, ömrünü tamaladığı, en güzel eserlerini ürettiği köye. Yıllar önce ilk geldiğimde, burada kalmak, sergi açmak ne büyük rüya demiştim kendi kendime. Bu küçücük köyde bile en az on tane galeri ve atölye var. Şimdi davetli geliyorum, üç gece burada konaklayıp, Monet’yi, Giverny’yi, içime sindirip, tadını çıkaracağım. Vernon’da trenden indikten sonra, garda hazır bekleyen, navette denen ( minik servis otobüsü) araca binip, Giverny’e doğru yola çıktık. Enteresan ama gerçek, herkes bilet parası verirken, pek alışık olunmadığı üzere, ben elimde valizle binerken, şoförün dikkatini çekmiş, bana hem orta kapıyı açma nezaketini gösterip, hem de bilet parası almaz mı. ” Sanata, sanatçıya, bizden de bir hoşgeldin olsun” dedi. Aman ne güzel, ne ince bir jest. Normalde Paris’ten sadece 40 km uzak bu köye günübirlik turlar var, kalmak pek alışılagelmiş değil. Taa ki serginiz varsa, özel bir davetiniz varsa o başka. Bakalım sergi nasıl bir ilgi çekecek, katılım nasıl olacak. Çok heyecan veriyor bana.
Yolculuğumun ilk dakikalarından başlayarak devam etmek istiyorum bu hafta yazıma. Bilindiği üzere Thalis’le seyahat ettim, 280 km hızla, ülkeleri birbirine bağlayan, Avrupa’nın en hızlı treni. Tıpkı benim gibi….Ortam, panorama, landscape, peyzaj, her ne ise; her ülke başka adlandırıyor ya; manzara işte. Ama ben, kupkuru manzara deyip katletmek istemedim bu güzelliği. Bu tablo öyle bir bezenmiş ki; inekler, kuzular, yemyeşil çimler, çiçekler, alçalmış bulutlar, uzak mı uzak bir gökyüzü, gerçekten bizim ülkemizden farkı ne bu semaların? Öyle bir uzakki sizden, yeryüzünden. Adeta, sizin ufkunuzu daraltmasın  diye, yeryüzünden uzaklaştırmış kendini, daraltmasın ufkunuzu, genişletsin görüş açınızı diye. Uzaklarda minik köylerin damlarının kırmızısı, güneşin ilk ışıklarıyla birleşince doyumsuz bir manzara çıkıyor karşınıza. Sabahın yedisinde binince trene gördükleriniz bir başka oluyor güneşin ilk ışıklarıyla. Thalis te, sağolsun kendine, özel olarak tahsis edilen bu panoramanın içinden süzülüyor Paris’e doğru. Şimdi benimkiler olsa; bu gök hangi mavi sizce hocam, ” cobalt” mı, ” ultra marin” mi, yok ” indigo’nun ” burnt umber” ile karışıp, ” ocre jaune” ile açılmış haline, krem ekleyerek elde edeceğimiz bir ton, diye sorup dururlardı. Siz önce doğru ” gri” yi bulun canlarım, gerisi kolay. Gözlerinizi kısıp baktığınızda, herşey ” gri” değil mi? Onu yakalayın, rahatsız etmeden, fazla renk karmaşası yaratmadan eserlerinizde, şimdilik o yeter.
 Daha geçen hafta Domburg” ta beraberdik, ne kadar özlemişim; rengi, ders vermeyi, sanat öğretmeyi, öğrencilerimi, öğretmenliğimi. Şimdi bir elimde kahvem, bir elimde kalemim özlemle yol alıyorum 2. vatanıma. Ama haksızlık ta etmek istemem , kızımın yerleştiği her yer, vatan oluyor sanki bana, o gelmeden önce, turist gibi hissederken kendimi buralarda,  onun yerleştiği yere, ben de adamakıllı adapte olup, vatan ilan ediyorum galiba. O yüzden de haksızlık etmek istemiyorum Hollanda’ya, Tilburg’a….Beni etkileyen, daha farklı, daha candan, daha samimi, istasyon merdivenlerinde bir kez bile ağır valizimi taşımama izin vermeyen sevimli, nazik , değerbilir Hollandalılara. Bu yüzden de galiba Hollanda’yı 1. vatan ilân etmem gerek. Rütbeyi Hollanda’ya, Tilburg’a vermem gerek. İnşallah gerçek ilk vatan olur yakında, kısmet edecek Allah inşallah, bir gün. Resimlerimi burada boyayıp, kargo, gümrük sıkıntısı çekmeden , tonlarca para ödemeden, sergileyeceğim onları, her davet aldığım yerde. Bu yıl yaşadıklarım artık gerçekten de bardağı taşırdı çünkü. Günah işlercesine, kaçak birşey taşıyor muamalesi yapılırcasına. Arkanızda sahip çıkacak güçler olmayınca. Ülke temsil edeceğim diye, yok yere eziyet çekiyorsunuz. Ne sahip çıkan var, ne de işimi , eserlerimi bilip değer veren. Madem şahsî oldu bu iş, ben de yer değiştirip, hak ettiğim değeri veren, saygıyı gösteren yerlerde olmaya karar verdim bundan sonra. Yoksa böye seçim yapmak zorunda kalarak, önce ulaşımı düşünerek olacak iş değil bu. Bazen, hatta çoğu zaman şaşıyorum kendimdeki azme. Daha ne kadar güçlü kalacak bu kollar, taşımaya onca ağırlığı. ” Duy artık!” lütfen Tanrım. Madem açtın bana bu yolları, önümdeki çalı çırpıyı da alıver lütfen, bırak icra edeyim sanatımı sıkıntısız, kimse yolumu açacak, ne ise buralara yerleşmemi sağlayacak, tez saatte çıkarıver karşıma.Böylece Paris’i yine 2. vatan olarak, sırasını hiç kimseye kaptırmasına izin vermeden, kalbimde tutmam gerekiyor. Mecburen; çünkü, insanın içi istese de, cebi yetişemiyor, orada uzun süre kalmaya, yaşamı devam ettirmeye, hele yazın turist zamanı, insafsızca pahalılaşıyor herşey. Oteller bile, hafta içi ve haftasonu farklı fiyat uyguluyor. Günlük turist vergisi de cabası. Ama ben yine de kopamıyorum; işim, gücüm, sergim, ödüllerim, yarışmalarım, en önemlisi  ” TAKDİR EDİLMEM” orada… Umuyorum gün gelip, dönmeden, kök salarak, çalışmak, üretmek, sanatımı öğretmek de nasip olur buralarda.Taşımaktan, gümrük, çifte nakliye ödemekten, havaalanlarında dil dökmekten bıktım, yoruldum. Artık hak ettiysem Tanrım; benim de önümü, kısmetimi aç, yerleştir buralara. Mükemmel yerler geçiyoruz, biraz ara verip, içime çekmek istiyorum buraları. Bizim; ben ve öğrencilerimin adeta ” Kâbe” si oldu buralar, her yıl gelip dolup, boyayıp, çizip, doyup, dönüyoruz. Arınmış, aklanmış, bilgi, görgü yüklü olarak. Sanatın beşikleri bunlar, kökleri. Nasıl da güzel sahip çıkıp, korumuşlar. Ne kadar övünseler az. Dünyaya hizmet veriyorlar. Dünyanın her yerinden binlerce insan akıyor her mevsim bu güzellikleri tekrar tekrar görmeye, hacı olmaya. Kimsenin, büyük mağazalar, turistik yerler, alışverişmerkezleri umurunda değil. Onlar, bizlerden çok müzelerle, sergilerle ilgileniyor, saatlerce kuyruk beklemekten gocunmuyorlar. Onlar anlatılacak, aktarılacak bilgi; uygarlığı, sanat tarihini öğrenme peşindeler çünkü. Övünçleri, aldıkları giysiler, tabak-çanak değil. Tıpkı gerçek bir sanatçı gibi. Şimdi artık ben de getirip, sanata, esere doyurmaya çalıştığım gruplarla gurur duyuyorum. Onlar da, diğer sanata düşkün insanlar gibi, kendilerini geliştirip, önceden gördükleri bu ülkelerin, bir de sanatçı gözüyle bakınca aslında ne kadar da farklı olduğunu keşfetmeye başladılar. Çorbada tuzu olmak gerçek bir huzur veriyor insana. İşte ben, paylaşmak, öğretmek, eser sergilemek adına, ” Kuş” oldum, uçuyorum dünyanın dört bir tarafına. Bir de kendimi şimdilerde değirmenlerin pervanelerinde benzetir oldum. Savruluyorum adeta rüzgarla bir ülkeden, bir diğerine. Yorulmadan, bıkmadan. Kök salmak lazım bir yerlere.  Örneğin; kuş gibi, değirmenin birinin, bir pervanesine; yoksa, ne bu kuş yorulur, ne de bu ülkeler biter gezmekle.

PREVIOUSNEXT
0 Comments
+ LEAVE A REPLY

CLOSE