https://figenbegen.com/en 959 0 0

KÜLTÜR HERKESİN HARCI DEĞİL

Siz hiç dilencinin dilendiği kaldırımda, eski ya da yeni, eline nereden geçtiği belli olmayan bir kitabı hararetle okuduğu bir ülke gördünüz mü? Ben ilk kez görüyorum. O bir yana , sinemaya gittiğimde kapıda bir karton kutu içinde 10-15 adet kitap gördüğümde de aynı şaşkınlığı yaşayıp, bilet toplayan çocuğa, bu kitapların neden orada, o kutuda, sandalye üzerinde durduğunu sorduğumda, aldığım cevap ta yine beni dilenci kadar şaşırtıyor. İnsanlar sinemaya gelirken, evlerinde daha önce okudukları kitapları oraya getirip bırakıyorlar, kendilerinde olmayan, okumak istedikleri, belki de yıllarca arayıp bulamadıkları, baskısı çoktan bitmiş bir kitabı, orada bulabiliyor, alıp götürüp işi bitince kendisinde olan ve okumaktan çok zevk aldığı başka bir kitabı da, başkalarına gizlice tavsiye edercesine, getirip oraya bırakıyormuş. Başkasının getirip bıraktığı bir diğerini de kendisi alıp götürüyormuş. Böylece evde rutubet kokup çürümeye terkedilmiş kitapların yaprakları bambaşka eller tarafından okşanarak açılacak, içindeki bilgiler, hikayeler, yüzlerce yüzü aydınlatacak, ya da üzecek, siz farkında olmadan bilmediğiniz sayfalarda tanımadığınız ellerle tokalaşacak, dostluk, ahbaplık kuracaksınız. Böylece de o kitaplar her kesimden insana hizmet verecekler. Ne büyük eğitim, ne büyük mutluluk, ne huzur. Şapka çıkarmak lazım. Bu birçok toplu sanat merkezlerinde , sinema, tiyatro gibi böyle. Benim gitmediğim, bilmediğim kimbilir daha kaç yerde. Hatta kafelerde bile. Çünkü çoğunda restoranlarda bile moda mecmuaları değil bildiğiniz gerçek kitaplar var. Vakti boşa harcamak yok, boş kalmak ta…
Aynı derecede şaşırtıcı olaylar, nedense hep beni buluyor galiba. Genelde ellerim, kolarım dolu olduğundan (resim çantaları, çizim dosyaları tabi, yanlış birşey düşünülmesini istemem), metroda, yolda ister istemez insanlara çarpıyorum aceleyle geçerken. Tam ağzımı açıp, ” afedersiniz” diyeceğim, karşımdaki, adeta o bana çarpmışçasına, özür dileyip yol açmaz mı? O da yetmezmiş gibi hele, metro iniş-çıkışlarında, elimdekini tüy gibi çekip, alıverip, taşımaz mı? Merdivenler bitince de ” buyrun hanımefendi ” demez mi? Ben şimşek hızındaki insana bile, fark atıp, bunu yapmaları, gerçekten de, insana değer verme, medeniyet belirtisi. Bir, iki, üç, beş; yok tesadüf değil gerçekten hepsi doğal, hepsi onların yaşam tarzı. Ben de boşuna demiyorum, ne zaman orada yaşasam; ” İnsan ” olduğumu daha bir derinden hissediyorum diye. Bunu böyle benim gibi algılayanlar da var, ya da ” amaaan züppelik işte” , ya da ” ukalalık işte ” diyenler de var. Ne bilsin zavallıcıklar, günde kimbilir kaç kişiye ne davranışlarda bulunup, bırakın özür dilemeyi, üste bile çıkıp karşısındakini azarlıyordur ;” bir özür bile dilemedi, kaba şey ” diyordur. Yetişme tarzları bu, onları da suçlamamak lazım, iş ailede bitiyor, ne ekersek onu biçeceğiz sonradan ağlaşmanın hiç anlamı yok.
 ” Ben de bu tip insanları çekiyorum” derken aslında ben başka birşeyden söz etmek istiyorum. Kendimi yetiştiriş tarzım  mı, benim yetiştiriliş tarzım mı diyeyim bilemem, ben bir ülkeye ilk kez gideceksem, mutlaka ülke hakkında bilgiye sahip olmaya çalışır, hatta zamanım varsa 5- 6 ay kadar, öncesinde o ülkenin az da olsa dilini öğrenmeye çalışrım. Çat- pat konuşmak için değil, etrafımdakileri rahatsız etmemek ve kendimi daha iyi ifade edebilmek için. Bir de ne bileyim dil dil üzerine daha kolay öğreniliyor galiba. Biraz emek, biraz sevmek gerekiyor, yok aslında birbirlerinden çok büyük farkları. İşte hal böyle olunca da , yükünüz artıyor. Nasıl demeyin, öğrencilerim için zaten bu benim görevim, severek yapıyorum çevirmenliği, bizim sanat dilimizi zaten her babayiğit tercüme edemez. Ama farklı olan şey, zaman zaman beni güldüren, zaman zaman zora sokan, galiba benim alnımda ” fahrî şehir rehberi” filan yazıyor, ya da ” belediye görevlisi” , ” trafik görevlisi” ya da onun gibi birşey. Yola daha çıkar çıkmaz insanlar özür dileyerek, Allahtan sarayları, müzeleri, önümüzdeki yolun, nereye çıkıp çıkmadığını filan soruyorlar.Kardeşim sizin gibi ben de daha yeni geldim, bir soluklanıp etrafıma bakayım, kendi yönümü bulayım, cevap veririm elbet. Ama yok ben her daim hazır olmalı, vatandaşlık??? görevlerimi yerine getirmeliyim aksatmadan. Hadi bunlar, dediğim gibi müzeler ya da önemli caddeler ama bir de zaman zaman, durakta beklerken bile arabayla geçerken özellile durup, camı açıp, iş merkezlerini, işçi bulma kurumlarını, kiliseleri, belediye binalarını, metroda gördükleri indirime giren valizcinin bile adresini sormaya cesaret edebiliyorlar inanın. Biliyorsam, hemen tafir ediyorum, yoksa ben de yabancıyuım diyorum utanıp sıkılarak. Doğru, çünkü ben öyle kısa süreli turist gibi gitmediğim için, yabancı ülkelere, ev kiraklayıp uzun kaldığımdan en azından gidip geldiğim sokakları, ana caddeleri, önemli merkezleri biliyorum. Yoksa ne kolay, ” ben bilmem, yabancıyım, buralı değilim ” demek. Ya da dil konuşamadığım için hep hizmet beklemek.
Bütün bunları anlatırken; sakın kendimi methetmek gibi birşey anlaşılmasın, buna gerçekten üzülürüm. Amacım; belki birkaç ebeveyn yazılarıma ulaşır da, okumaktan da zevk alırlarsa, onlar da çocuk yetiştiriken, bu köklü eğitimin; sadece dershanelerin, okuldaki, onca çocuğa yetişmek ve müfredat yetiştirme telaşından soluk alamayan öğretmenlerin görevi  değil, asıl kendi aslî görevleri olduğunun farkına varmalarıdır. Eğitim ailede başlar, okulda devam eder, ancak hayat bitince sona erer.

PREVIOUSNEXT
0 Comments
+ LEAVE A REPLY

CLOSE