https://figenbegen.com/en 959 0 0

SANATÇININ GEREKSİNİMLERİ

Sanatçı donanımlı olmalıdır diyoruz da; donanım için gerekli olanların ne olduklarını biliyor muyuz acaba? En başta, yetenek, bilgi, donanım, eğitim, sanat tarihi, deneyim, araştırma…. Tamam da; boyayarak, deneyip, öğrenebilmek için boya gerek, renk gerek. Malzeme ne olursa olsun. Pastel, suluboya, akrilik, yağlıboya. Renk olsun yeter ki. Desen; en başta olması gereken öğe, ne çeşit, ne kalite olursa olsun, en azından tükenmez, ya da karakalem, ne bulabiliyorsanız, kraft ya da canson kağıt, çizebiliyorsunuz. İş bununla bitse iyi, renklendirmek gerektiğinde, bulabilirseniz eğer iyisinden, gerçeğinden boyanın, şanslısınız. Koskoca ülke sanayi alanında bilmem ne kadar atılım yapmış ta, ekonomide dünyada bilemem kaçıncıymış ta , bana hizmet veremedikten  sonra ne anlamı var. Boya imal edilmiyor memlekette, profesyonel anlamda, resim ve sanatsal boya fabrikamız yok, fırça fabrikamız yok. Kalın fırça aradığınızda boyacıların kullandıklarını tavsiye ediyorlar. Neresi zenginlik allahaşkına. Fakirlik bu, sanat fakirliği. Sanata verilmeyen önemin bir göstergesi. Siz dünya çapında badana boya imal edin, reklamdan geçilmesin televizyonlar. Bilmem kim sanatçıya??? Sponsor olun, onlarca para dökerek; iş resim malzemelerine geldi, mi biz zavallı sanatçılar, ithalatçı firmaların esiri, ithalatçı firmalar gümrük müdürlüklerinin esiri, gümrük müdürlükleri bakanlığın laboratuvarlarının esiri. Ne zaman gümrükten çıkar, ne zaman yetişir çalışmalarımıza belli değil, ne şartlarda saklandığını hiç düşünemiyorum bile. Ne kozmetiğe, ne de bu tip hassas malzemeye özen gösterilmeyen bir toplumda yaşıyoruz zira. Sonunda malzemeyi ediniyorsunuz da, edinebilmenin de bedeli ağır. Zira ithal edildiğinden, oldukça pahalıya mal oluyor sanatçıya. Alabilmek için de; “aman bu yıl hiçbir özel masrafım olmasın, çünkü ben kadın değilim, sanatçıyım, giyinmesem de olur, makyaj yapmasam da, aman ayakkabım da var yeterince, ya da ne gerek yenisine… Ben boyalarıma yatırım yapmalıyım. Döviz artmadan, hazır bulmuşken, stoklamalıyım, eğer bir de büyük ebatta işler yapmam gerekirse, boya beklemek zorunda kalmayayım” . Strese bakın, neyi düşneceksiniz önce, öncelik nerede? Malzeme sıkıntısında mı, yaratıcılık için gereken ilham da mı? Yurtdışına gidip geldikçe, orada satılan malzemeleri gördükçe Türkiye’nin bu konuda ne kadar geri kaldığını, kaybedilen zamanın, artık yakalanmasının imkansız olduğunu görüyorsunuz. İlham kadar; malzeme de fikir verir sanatçıya, kendisine çeker, deneyip kullanmak için adeta. Bir kez dokunmaya görün o güzelim tüplere, içindeki malzemeyi hissedip, parmaklarınıza bulaştırmak istersiniz o anda. Boya raflarının önünde, kendinizden geçmiş seyrederken renklerinizi, bir anda kendinize gelip;” tamam, bir daha sefere alıp denerim, şimdi valizi ağırlaştırmanın anlamı yok ” deyip, oldukça ekonomik, yükte ve cepte hafif bir karar verirsiniz, ama maalesef bir daha sefere, daha yeni, farklı malzemelerin üretildiğini, yetişmenin mümkün olmadığını görürsünüz. Bir daha sefere diye birşey yok. Verdiğiniz yükte hafif karar, size mesleğinizde ağıra mal olabiliyor zaman zaman. Tam dönüyorsunuz atölyenize, başlayacaksınız çalışmaya, ama ne o hava var, ne de malzeme, bakıyorsunuz elinizdekilere, zaten ne çalışacağınız da belli değil, bir de ziyan edip atmak var onca boyayı, hadi buyrun üretici olun, yaratıcı olun.Ben bunun denemelerini yapmaya başladım. Öğrencilerimi yaz kurslarına götürdüğümde, gördüm ki sadece ben değilim yurtdışında daha konsantre çalışan, onlar benden de çok üretmeye başladılar. Hevesle, istekle, etraflarında kendilerini seyredenlere aldırmadan, konsantrelerini hiç bozmadan hem de. O da yetmezmiş gibi, bilgi de verdiler yaptıkları işlerle ilgili, gelen geçene. Demekki yer de önemli, resim üretebilmek için, ortam da hazır olmalı sizin gibi.Örneğin; atölyelere, bize önder olmuş ustaların, kokusu sinmiş adeta Paris’te. Onlar da o anfilerde, o şövalelerde çalışmışlar asırlar önce. Monet gibi, Poussain gibi. Zorla konsantre oluyor, siz de kendi çapınızda onlara eşlik etmenin keyfine varıyorsunuz. Tıpkı alıştığınız yatağınızda kendinizi en huzurlu hissettiğiniz yer gibi, rahat, korkusuz, cesurca, kendi çöplüğünde ötmeye hazır horoz gibi. Ötüyor, şakıyor, palette gezindikçe fırça sizden aldığı cesaretle, renkler dans etmeye başladıkça birbirleri ardından tuvalde, eğer bir de eğitmen ”  bayağı iyi olmuş bu” derse, kimse kaçıramaz o içinizin derinlerine gururla kurulmuş huzuru. Karşısına geçip baktınız mı, bir an sizin bile şaşırasınız gelir. ” Bunu ben mi yaptım, yok sanki sihirli bir el dokundu, uzaktan daha da iyi görünüyor. Ama bir daha sefere buraya şunu, şuraya onu sürsem daha iyi olur, ışık ta kontrol edilmeli daha. Aman bugün yoruldum dokunmam, yarın devam ederim.” İşte özgüven, işte konsantre çalışma, işte yaratıcılık, işte sanatçılık. Sanatçıya nerede, neyin ne ölçüde etkili olacağı, neyin ilham vereceği belli mi, hemen başlasın,” hadi” deyince çizmeye. Bazen bir lavanta kokusu, bazen  gül, bazen yasemin; bazen atların çoşkun galopu, bazen kıyıda avlanan yaşlı balıkçı, bazen denizin kıyıya vuruşu; bazen loş bir lamba ışığı, bazen çocuk sesi, bazen kendisine verilen emeği avuçlarından kaçırmamak istercesine kenetlenmiş, annesinin elleri.Çizecek, duygu yükleyecek o kadar çok şey var ki etrafımızda dostlar, yazmakla bitmez. Yeter ki; istekli olalım, dürüst olalım, resim yapmak istediğimizde önce duygularımızı kontrol edelim, bakalım onlar hazır mı? Kitap karıştırıp, fotoğraf bakmakla bir yere varamayız. Belki onlar da duygulandırır ama anlıktır, başkadırlar, bir andırlar çünkü. Bizi alıp götürdükleri derinlikleri resmedebiliyorsak; o zaman sanatçıyız işte. Duyguyu yakalayabiliyorsak, bulduğumuz tonlarla onu aynen aktarabiliyorsak, bir kez daha devleşiyoruz tuvalimizin karşısında. Yeter ki malzememiz olsun, duygularımız olsun.

PREVIOUSNEXT
0 Comments
+ LEAVE A REPLY

CLOSE