https://figenbegen.com/en 959 0 0

HÜZÜN

Her güzel şey gibi, bizim de geziler, Avrupa maceralarımız şimdilik, geçici olarak, bitti. Biterken de bizden birşeyler kopardı gitti. İçimiz buruk, yaşadığımız, çizdiğimiz yerlerin, müzelerdeki eserlerin izleri hatıralarımıza kazındı. Gördüğümüz eserler, barındırdıkları portrelerle sanki bizlere mesaj vermek istercesine gözlerimizin önünden gitmek bilmiyor, adeta bizlere;” seneye görüşürüz, yine gelin, bizleri yalnız bırakmayın” dercesine. Her güzel şey çabuk bitiyor, her dönüş yolu kısa oluyor. Zaten benim için gezinin en güzel yanı, yola çıkmadan birkaç gün öncesindeki hazılıklar dönemidir. Tedbirli olmanın gereği olarak, valiz haftalar önce açılır, unutmamam gerekenler ve o seyahatimin formatına uygun gereçler sırayla, her aklıma geldiğinde, son gün düzenlenmek üzere, içine rastgele atılır. O hazırlıklar ve alınacak hediye listeleri en güzel seyahat dönemidir benim için. Seyahatimi, gideceğim şehri gitmeden önce yaşarım ben. Gezilecek müzelerin listesi, hangi toplu taşım aracına binileceği, hangi durakta inileceği, hangi farklı yoldan dönüleceği, yöresel lezzetlerin nerelerde tadılabileceği, hep önceden planlanır, kafilem hiç zorluk çekmeden, yıllardır aynı yere gidiliyormuşçasına huzurla gezer, tadını çıkarırlar, o güzelim kapitallerin. Bazen zor gelse de, onlar da artık öyle eminler ki, dönüşte gördükleri, manen ve madden tattıkları lezzetler, gözlerini önünden film şeridi gibi geçerken, yaptıklarına pişman değil tatlı yorgunluğun özlemle dolu olduğunun farkına varırlar. Bana gelince; yola çıktığım anda o gezi bitmiş, bir sonrakinin programı oluşmaya başlamıştır kafamda. İnsan ülkeden ülkeye, sergiden sergiye koşunca, arada Türkiye’de kaldığım dönemlerde ancak sergilenecek resimleri yapacak zaman bulunca, bu durum kaçınılmaz oluyor.Bazen oturup, önüme takvimi alıp düşünüyorum da; daha ne kadar zaman gerçekleştireceğim bu programları. Zaman zaman yorgunluk hissediyor, acaba fazla gitmesem mi diyorum. İzmir’de, Türkiye’de sergiler yapsam, eserlerimi ülkemde sergilesem diyorum. Daha bu düşünceler yerleşmeden, atölye hazırlıkları, bu yılın ders program hazırlıkları bitmeden, hiç aklıma gelmeyecek bir yerden, bir bienal, bir uluslararası program daveti geliyor, hemen yüzüm değişip, bir gülümseme yerleşiveriyor dudaklarıma, bir tatlı heyecan, başlıyorum neyi nasıl yaparım, elimde ne var, daha ne ilave etmem gerek. Sözleşmeler, programın incelenmesi, atölyenin ders programı derken zaman yine su gibi akıyor ben kendimi bilinmeyen topraklarda, eserlerimle başbaşa, daha da gelecek sergilerin programlarını incelerken buluyorum. Hiç olmazsa, sadece sanat adına, sadece ne sergiyeleceğimi düşünerek, giyim kuşam derdine düşmeden, kokteylde ne ikram edeileceğini, ne masraf etmem gerekeceğini, ne tip davetiye basılacağını düşünmeden gidiyorum. Ben galiba oralarda kendimi buluyorum. Yıllar önce ben hem kendime, hem de o ustaların bizlere mirası olan tablolardaki figürlere söz vermiştim, “Yine geleceğim, sizlerin yüzünü kara çıkarmayacağım. Elimden gelenin en iyisini, özgün, çalmadan, taklit etmeden yapacağım, dilinizi konuşacağım, kültürünüzü öğreneceğim, kültürümüzü size sunacağım, ben tam bir sanatçı olacağım” diye. Sanırım her yıl bilgime bilgi katmakla, kendimi geliştirip, çevreme, öğrencilerime, ne biliyorsam, bir tek nokta saklamadan aktarmakla bu sözümü tutmuş oluyorum. Olmasam tekrar tekrar çağırırlar mı? Onlar, o seçici kurullar bizdeki gibi değil, isminiz saklanarak, her yıl yaptığınız çalışmalar yakından izlenerek, başarılarınız sıkı bir kontrol altında tutularak, sadece eserleriniz sizi yarıştırırken, size verdikleri değeri gösteriyorlar, davet ediyorlar. Durum böyle olunca da çalışmak, araştırmak, gelişmek kaçınılmaz oluyor. Sandıktan sararmış çeyizleri çıkarır gibi, dön dolaş, hep aynı eserlerle sergi yapamıyorsunuz. Bu da, otomatik olarak, size kendinizi yenileme, geliştirme zorunluluğu getiriyor. Onların gözünden hiçbir şey kaçmıyor, hiçbir detayı atlamıyorlar, hiçbir şekilde kandırılamıyorlar.Doğru ve duygulu eserler üretebilmek için fazla düşünmeye, işi zorlaştırmaya hiç gerek yok. Ustaların eserlerine bakmak, onlardan feyz almak yeterli. Bir de bana göre en önemlisi, özgün eserler üretebilmek için; fazla detaya girmeden, yalın, duygulu, renk karmaşasına yer vermeden, konusu, ışığı, kontrasları yerinde eserler üretmek önemli. Kendiniz olmak önemli. Küçücük tuvalde, yoğun detay yapmak, karakalemle yapılabilecek ayrıntıları olduğu gibi, ayıklamadan boyamak, sizi zıtlığa düşürüp, yaptığınız işten soğutabilir, hatta, vazgeçirebilir. Çünkü bu tarz resim yapmak yolunuzu tıkar kendinizi boğar, içinde kaybettirir. Doğru yolu bulana kadar da çok zaman ve malzeme kaybedersiniz.
Şimdi yapılacak iş, gördüklerimizi tekrar gözden geçirip özümleyip, hangi konuyu işleyeceksek ona göre eskizlerimizi hazırlayıp, fazlalıkları ayıklayıp, bir program yapmalı ona göre resim üretmeliyiz. Gördüğümüz ustaların eserleri, örneğin bu yıl olduğu gibi; Giverny, Paris, Domburg bizlere ışık tutmalı, gördüğümüz renkleri, ışığın değişmesiyle onların da tondan tona girmeleri, gözümüzün önünden hiç gitmemeli, modellerin kıvrak hareketleri bizi yeniden yüreklendirmeli, elimize fırçayı, kalemi aldığımızda, kararlı bir şekilde onu ustaca kullanabilmeliyiz. Ustalarımıza vefa borcumuzu layıkıyla ödemeye çalışmalıyız.
Ne şanslıyız; çünkü; yetenekliyiz, başarılıyız, hayata tutunacak bir şeyimiz var. Ve o birşey bize çok şey getiriyor beraberinde, seyahat gibi, eser üretmek gibi, göğsümüz kabara kabara, faydalı ve iyi bir iş yapmak gibi. Diğerlerinden de üstün kılıyor, bizim konuışacak gerçek konumuz, anlatacak eski – yeni hikayelerimiz, gösterecek fotoğraflarımız, bizim ustalarımız gibi ünlü, koskocaman örnek ailelerimiz var.

PREVIOUSNEXT
0 Comments
+ LEAVE A REPLY

CLOSE