https://figenbegen.com/en 959 0 0

PARİS ‘ TEN SEVGİLER

Beklenen gün geldi, Paris’e kavuştuk. Günlerden Cumartesi, saat öğleden sonra 14:30. Ben kendimizi evimizde hissetmek, gittiğimiz şehirlerde oranın havasıyla, yerlisi gibi yaşayabilmek için, olanaklar elverdiğince ev tutmayı, alışveriş yapıp, yemek hazırlamayı, çamaşır yıkayıp, öğrenci olmayı tercih ediyorum.
Birkaç zamandır böyle yapınca da büsbütün bir aile olduk, biribirimize yakınlaştıkça büyüdük. Evimize yerleştikten sonra, ilk kez geken arkadaşlarımız için öncelikle Montmatre’a gitmeyi planladık. Ressamlar Tepesin’de ( Place de Tertre ) , meslekdaşlarımızın ürettiklerinden feyz alıp, Paris’e tepeden bakıp, Dali Müzesi’ni gezeceğiz. Ustalardan; buraya gelmeyen, buranın tozunu yutmayan, yok gibi. Salvador Dali de,  atölye olarak kullandığı bu evi, ölümünden sonra müze olarak kullanılmak üzere bağışlamış, sanatseverlerin yararlanmasına fırsat vermek için de, haftanın yedi günü halka açık kalmasını istemiş. İçeride; desenlerinin çoğu ve heykellerinin bir kısmı var. Ne muhteşem birşey, akıp giden zamanı, kayan, eriyip, aşağıya sarkan saatler olarak ölümsüzleştirmek. Sanat; zenginliğinin doruğunda adeta. Yaptığı dışavurumcu çalışmalardan önce, sanat hayatının ilk zamanlarında çalıştığı modelleri, desenleri görünce insan, klasiği, gerçeği, ustalaşmak için öğrenmenin gerekliliğinin farkına bir kez daha derinden varıyor. Renk, ışık duygusu ve aktarımı ise başlıbaşına bir deha ürünü. Kompozisyonlar akıl alacak gibi değil. Dali’yi ve çağdaşlarını anlamak, onların tablolarını okuyabilmek herkesin harcı değil. Kuvvetli desenler, aynı kuvvette ışık – gölgeyle birleşince, ortaya müthiş, tekrarı olmayan, taklit edilemeyecek eserler çıkmış. Müze ve ressamlar turu bittiğinde biraz dinlenip, ertesi güne enerji toplamak için, eve dönüp dinleneceğiz. Pazar günü, yürüyerek, önce Sanat Şaheseri olan Hotel de Ville’e (Paris Belediye binası), sonra da ondan geri kalmayan Notre Dam’a gittik. Köşedeki, caféde, gelemeyen ve aklı bizde olan arkadaşlarımızın da hatırı için , Paris’in en güzel soğan çorbasını içtik. Geniş yollar, meydanlar bir kez daha mest etti bizleri. En genişlerinden olan Champs Elysée de yemyeşli ağaçların saklayamadığı Grand Palais ( büyük saray) ve Petit Palais ( küçük saray)’yi şöyle bir turlandıktan sonra, Tuilleries Bahçesinde yer alan ve Claude Monet’nin içbükey duvarlarını Nilüferleriyle donattığı, Orangerie Müzesini gezdik. Müze gezmek ressamlığın şanındandır. Üstüne üstlük Paris’te her ayın ilk Pazar günü müzeler ücretsizdir. Halk ve turistler daha çok yararlansın, görülmeyen eser kalmasın diye. Bir de yıllarca, dış ülkelerdeki müzelerin duvarlarını süsleyen eserler, sizden millerce uzaktayken, erişilmezken, bu kadar yakınıza gelince, onları görme fırsatı size böylesine ikram edilince, değmeyin sanatçının keyfine. Orangerie Müzesi’nde yerleşik sergilerin yanısıra, geçici olarak misafir edilen ünlü sanatçılar da yer alır her zaman. Günlük turumuzu Champs Elysée’de Fouquet’te, kahve ve milföyle tamamladıktan sonra evimize döndük. Pazartesi sabahını iple çekiyoruz, okula gidip, çizime başlayacağız. Şükür Tanrım, yine kısmet oldu; yine o mis gibi terebentin kokan anfilerde, ustalardan miras kalan şövalelerle buluşmaya gidiyoruz, onlardan artakalan tozları toplayıp, tuvallerimizi çoşturmaya, kendimizi şımartmaya, sanatımızı konuşturmaya; bizleri bundan mahrum kılma lütfen. Yağlıboyalar, akrilikler, kraft kağıt, terebentin ve dahası. Heyecanla, merakla bekliyorum ortaya çıkacakları. Onlar benden heyecanlı, ben onlardan daha çok. Derler ya, insanı çeken birşeyler olduğu zaman, adeta kapsamına girmişçesine, kendinizi ondan alamaz, içine doğru kuvvetle çekilr durursunuz. Tıpkı bir anaforun merkezine doğru çekilir gibi. Oradaki görevinizi tamamlamadan da, bir daha içinden çıkamazsınız. Ne güzel masmavi bir rüya bu. Tıpkı okyanus gibi derin, gökyüzü gibi uçsuz bucaksız.     Biz yine modellerimizin devinimlerini kendimizden geçmişçesine tuvale aktarmaya çalışırken bir bakmışız, ilk gün sona ermiş, bir diğeri, ve son gün gelip hafta bitmiş, sanki ilk gün gibi, heyecanla tuvallerimizi toplarken, fırçalarımızı yıkarken, boş terebentin kavanozlarını bizden sonra geleceklere bırakmak üzere raflara kaldırırken, görevi biten kuklaların gösteriden sonra  raflarına çekilmeleri hesabı bir hüzün kaplar ortalığı. İçinizden bir türlü gitmek, orayı terk etmek gelmez, sanki elinizden kayıp yok olacak, bir daha göremeyecekmişsiniz gibi sıkı sıkı tutunmak istersiniz. Siz de onun bir parçasısınızdır, o da sizin, artık bir daha, bir daha gelip, eliniz, gözünüz elverdiğince, yılmadan, kendiniz için iyi bir şey yapmanın mutluluğuyla, çoşmuş, şımarmış, ayaklarınız geri geri giderek ülkenize doğru sürüklenirsiniz. Dünyanın şanslı insanları, iyi ki karşıma çıktınız, iyi ki benim gibi bu işe gönül verdiniz, iyi ki akademiye gelecek kadar iyi resim yapıyorsunuz. Sanatı ve sizleri çok seviyorum.

PREVIOUSNEXT
0 Comments
+ LEAVE A REPLY

CLOSE