https://figenbegen.com/en 959 0 0

TATLI HÜZÜN

Dersler bitip, tatil havasına girince insana bir rehavet çöküyor sormayın. Sanki aylarca, o şehir senin bu şehir benim ben koşuşturmadım, ben ders vermedim, ben rehberlik yapmadım. Şimdi düşününce ne kadar çok işi birkaç haftaya sığdırdığıma ben bile inanamıyorum. Aslında ben bugüne kadar yaptıklarıma bile inanamıyorum. Zaman zaman durup bir düşünüyorum, bir insan kaç işi bir arada yapabilir, daha doğrusu başararıyla tamamlayabilir.Geriye dönüp baktığımda, kaç yıl olmuş ben bu yollara çıkalı, bu mesleğe baş koyalı. Hatta daha da geriye gidersek, ilk tuvalime dokunalı, ilk paletimi hazırlayalı, ilk renklerimi keşfedeli. Bu da hep eğitimlerim bittikten sonrası için. Yoksa hesap ortada, çocukluğumdan beri bu saydıklarımla iç içeyim. Tablolarımı imzalarken ismimin üstüne yerleşen kuş figürü beni Tokyo’dan tutun, Cancun’a, Monte Carlo’dan Paris’e, Carpentras’tan New York’a, Moulins’den Giverny’e daha daha nerelere götürdü. Yıllar sonra da hatıra olarak seyredenleri alıp götürecek benim gördüğüm yerlere. Beni ifade edecek benim olmadığım yerde.Bazen içinden geleni söyleyemez insan, istediğini ifade etmeye çekinir, bazen kelimeler düğümlenir boğazında, bir türlü çıkamaz, işte o zaman söyleyip kurtulmak için mutlaka kendine uygun bir yol seçmeli, hislerini, ya şiire, ya melodiye, ya tuvale, ya da çamura  dökmeli. Yoksa çatlar, içindeki herşey de boşa gider. Sürekli dolan bir bardak taşar, içindeki güzellikler de heba olur. Bilgi var, deneyim var, görsellik var, işitsellik var. Besteleyin sizi öyle tanısınlar, şiir yazın öyle öğrensinler kimsiniz, resim yapın görsünler kişiliğinizi, çamura hayat verin ölümsüzleşsin figürleriniz. Yapamam demek hiçliktir. Hiç olmak, olmamaktır. Bir görevli olarak geldik dünyaya, o halde görevimizi en iyi şekilde tamamlayıp göçmeliyiz. Herkesin mutlaka anlatacağı bir hikayesi, bir beklentisi, bir umudu vardır. Bunları en yakın arkadaşımızı bulduğumuzda, sadece ona değil, bizi duymasını , görmesini arzulayabileceğimiz herkese anlatmalıyız. Konu ille de ressam olmak, şair olmak, heykeltraş olmak değil. Aslolan üretebilmek, ne olursa olsun. Geçen gün anneannem ve babaannemin, ben evimde kullanayım diye yıllarını verip, gözlerini nurunu dökerek ördükleri danteller, kanaviçeler geçti elime. Dokundum, avucumda yuvarladım, kokladım, onları, ellerini yeniden hissettim yüzümde. Baktım onlar artık hayatta değiller ama bana bıraktıkları bu örtüler her biri gerçekten bir sanat eseri. Kendi hayatını dokumuş adeta motife. Mis gibi elleri kokuyor hala karanfil motifi. Ne bilsin çizgi çizmeyi, desen yapmayı, renk karıştırmayı. Onun elinden gelen, ailesinden anasından öğrendiği, olmazsa olmazı bu. Örecek, dokuyacak, dikecek ve evlatlarına da öğretecek. Üstelik bunu en kalitelisinden yapıp, miras ta bırakacak. Ben de az kirli çıkı değilim, tığları, şişleri bile saklı duruyor hala. Zaman bulup, onlar kadar olmasa da, ucundan kıyısından becerebilir miyim bir gün ben de dantel örmeyi diye.Hatırlıyorum da hem örüp hem de kendi kendine bir gurbet türküsü mırıldanırdı babaannem, her ilmeğe dokurdu, memleketine olan özlemini. Onlar tarihte ilk zulüm görüp ülkelerini köylerini terk etmek zorunda kalan göçmenlerdendi. Toprakla uğraşmayı, elişi yapmayı, iyi çocuk yetiştirmeyi ailesini bir arada tutmayı ilke edinmişlerdi kendilerine. Bir de incecik yufka açmayı. Bizde, arkasından gazete okunabilen incelikte yufka açmayı başarana kadar, kızları evlendirmezlerdi. Başka  da bildikleri yoktu zaten hayatta. Eşine, ailesine saygı, çocuklarına sevgi tek amaçlarıydı. Teknolojinin olmadığı ortamlarda, dedikodu yapmak yerine, üretken olmayı, aile bütçesine katkı olur diye dantel örmeyi, bahçedeki odun ateşinde veya taş fırında leziz yemekler yapmayı yaşam saymışlardı. Şurası kesin bizlerden çok daha mutlu, doygun, ümitli yaşamışlardı.Artık kıyamadan çekmecelere hapsettiğim el emeklerini tek tek çıkarıp, onlarla hergün konuşmak, dokunmak, yalnız hissettiğimde yoldaşlıklarını sağlamak, dertleşmek, konuşmak istiyorum büyüklerimle. Benimle birlikte yaşasınlar istiyorum evimde, daha geç olmadan. Belki de bana daha farklı bir ışık tutarlar da, ben de farklı eserler üretebilirim. Daha içten, daha samimi, daha duygulu, daha dokunaklı. Şimdiye kadar ürettiklerimde bu öğeler vardı zaten, ama ben her yeni dönem resme başklarken farklı motive oluyorum, farklı yaklaşıyorum. Kendimi, duygularımı yenilemeden bir türlü elim fırçama uzanamıyor. İlle önce hissedip, boşlukta görmeliyim eserimi. Önce ben dolmalı sonra boşaltmalıyım tuvalime. Şimdiden tatlı bir heyecan sardı bile, neler çıkacak tablolarda bu yıl. İnşallah kısmet olur da burada, İzmir,’de, iyi bir salonda sergileyip dostlarımla da paylaşabilirim onları. Yoksa kuş gibi uçmak, onları da kanatlarıma takıp başka diyarlara taşımak ayrılmaz bir parçası oldu sanat hayatımın.Yıllar önce katalog hazırlıkları esnasında arka kapağa konmak üzere kendimi ifade eden bir dörtlük yazmıştım, tıpkı da yazdığım gibi yaşıyorum.” Ben bir kuş olarak doğdum,Çiçekten çiçeğe kanat çırpan,Kokularını, renklerini içine çeken,Ve onları tablolarına taşıyan.Bir ömür böyle yaşayacağım.Ve bir kuş gibi de göçeceğim.” 

PREVIOUSNEXT
0 Comments
+ LEAVE A REPLY

CLOSE