En büyük mİras
Geçen sabah yabancı bir kanalda haberleri izlerken, birden dikkat kesildim. Nedenini anlatınca bana hak vereceksiniz; 3-6 yaş arası anaokulu öğrencilerinden tutun da ilkokul ve okulu tatil olan birçok öğrenci Namur belediyesinin tatil için tertiplediği, ” Büyükanneni- Büyükbabanı al gel” diye adlandırdğı bir proje hazırlamış. Amaç, 3 günlük yöre tatilinde soğukta çocukları evde tutmak yerine müzelere, galerilere çağırıp, o haftaya denk gelen sanatçıları tanıtıp, sanatı, soyutu, resmi, heykeli, tarihi öğretmek ve uygulatmakmış. İnsanın gözleri doluyor. Ufaklıkların şıklıkları bir yana, büyük insan gibi sıraya girip, itişmeden ellerine verilen giriş kartlarını bir çukulatadan daha yeğ tutarak girişteki görevliye, adeta çok kıymetli bir mücevher bahşedermişçesine uzatışlarını görmeliydiniz. Sırası gelene kadar ona sahip olmuştu, sağsalim görevliye veriyordu.Haklılar ellerinde onlara bugün bilet olarak uzatılan kağıt parçası geleceklerini öyle bir etkileyip değiştirebilir ki bilinmez. Sonra vestiyere geçtiler, paltolarını ve su şişelerini bırakıp, vestiyer numarası aldılar, aman bu daha da kıymetliydi. Ceplerine yerleştirip, sırt çantalarını ellerine gerisin geri veren görevliye şaşkın gözlerle bakmaya başladılar ki, öğretmenleri ve onları karşılayan müze görevlisi çantadaki malzemelerin içerde gerekli olacağını söylediğinde gözleri daha bir parladı. Öyle ya çocuk bu gezmeye , tatilini değerlendirmeye gelmemiş miydi? Çantada şeker, su büsküvi olabilirdi. Oysa onların çantalarında kalem, kağıt boya vardı. O arada, onlara eşlik eden büyükler de salonda yerlerini aldılar ve başladılar görevli bayanın anlattıklarını dinlemeye. Öyle bir sergi denk getirilmiş ki tatile, Picasso, ” Mavi Çağı” ve heykelcikleri. Büyük salonun ortasına uzunca bir bank yerleştirilmiş, etrafında yer minderleri, minik dizler acımasın diye. Önce görevli ablaları, Picasso’nun kim olduğunu , nerede yaşadığını, karakterini, çocukluğunu anlattı. Tabi ki çocuk kendi gibi olan olgulara farklı bir ilgi gösterir. Sonra arka planda ışıklar bir bir yanmaya başladı, ve nişlerin içinde muhteşem heykeller. Çocuklar şaşkın gözlerle bakarken açıklamalar da devam etti. Hangi malzemeyle, ne şekilde, yoğrularak şekil verilen çamur, kalıbı alındıktan sonra, bronz döküm haline gelmişti. Yıllarca dünyanın en önemli müzelerinde sergilenip, sonra da onların şehrinde görücüye çıkmıştı. Belediye; hem yıllar önce tadı damağında kalan hemşehrilerine bir kez daha, hem de öğrencilerin meraklı gözlerine ilk kez olmak üzere bir armağan vermek istemiş. Ne de iyi yapmış, o meraklı gözleri görünce ben bile hemen oralara uçup o kocaman açılmış minik gözlerle bu ziyafeti tekrar paylaşmak istedim. Öyle heyacanlandılar ki, hem rehberi dinleyip hem önlerine sunulan kağıda gördüklerini çizmek aslında kolay değildi ama onlar yetiştiriliş tarzından, alışkın olduklarından hiç zorlanmadan başladılar heykelleri çizmeye, desenleri taklit etmeye. Sonra diğer salona geçildi. Gözler bu defa da Üstadın tablolarıyla parladı. ” Guernika, Avignon’lu kadınlar, ve diğerleri. Çocuklar renkli çizeceklerinden bu defa biraz daha heyecanlanmş olacaklar ki kendilerinde olmayan ve ille de kullanması gereken boıya arkadaşında var mı diye mırıldanırken birden görevlinin sesi kesildi başladı sessizliğin geri gelmesini beklemeye. 30 saniye sürmedi sessizliği farkeden ufaklıklar hemen yanaklar pembeleşmiş başlarını önlerine eğip birbirlerine kâh utanarak, kâh sorgulayarak bakmaya başladılar ki, görevlinin sesi ortamı sanat havasına sokuverdi hemen. Hiç kolay değil picasso’yu anlamak, neden nasıl figürlerini böyle çizdiğini irdelemek, onlar daha çocuk, ama öğrenmeye gelmişler, henüz minik beyinleri, gözleri, kötülüklerle kirlenmeden. İnanın ağaç bir kez daha yaşken eğildi gözümün önünde. Sırasıyla her gördükleri heykelin adını öğrenip ya çamura hayat verdiler ona baka baka, ya da kağıda geçirdiler o micik ellerle o güzelim desenleri. Kendilerince yorumlayarak, yapabildikleri kadar. Ama utanmadan, birbirlerine büyüklerine gururla göstererek. Büyükler de ayrı bir haz, belki de ilk kez keşfettiler ustanın farklı bir yönünü. Belki de ifade edemeyecekleri miraslarını kendilerince sundular torunlarının gözleri önüne. Hayran olduğum başka bir olay da; çocukların sergiyi gezerken olsun , çizerken olsun ya da müzeden ayrılırken, hiç ses çıkarmadan birbirini itip kakmadan, hep gülen mutlu yüzlerle günlerini tamamlamalarıydı. Nasıl oluyor da o çocuklar böyle büyüklerden daha olgun, daha doyumlu olabiliyorlar. İşte gerçek eğitim bu. Aileler mutlu, çocuklar mutlu, çünkü öyle bir ortamda; evinde sinema, tiyatro, sergi konuşulan, klasik müzik dinlenen, tertemiz sokaklarında yüzlerce heykeli olan şehirlerde yaşıyorlar. Onlar başka türlüsünü görmediler, bilmiyorlar. Hatta en büyük kültürel miraslarının sanat eserleri olduğu, büyüklerinin atalarından devralarak onlara armağan ettiği bir toplumda yaşıyorlar. Onlar şimdiden büyük birer fert oldular, kendi evlatlarını da kendileri gibi büyüyecekler, onlar hep sessiz, hep derin, hep bizlerden daha önde olacaklar.Onlar en büyük besinle, kültürel miraslarıyla beslenip büyüyorlar.