https://figenbegen.com/en 959 0 0

HOLLANDA ‘DAN MERHABA

Öğrencilerimi buralarda karşılamak, onlarla birlikte Amsterdam müzelerini gezmek, onların hayranlık ve hayret dolu bakışlarını izlemek, bir yıl boyunca ürettiklerini bir kez daha yerinde incelemelerini, daha doğrusu heyecanlarını görmek beni yaptığım iş konusunda inanılmayacak derecede heyecanlandırdı. Onlara, çalıştıkları ustaları yakından göstermenin mutluluğu ile, bir kez daha, kendim ve bu işe benimle birlikte gönül veren öğrencilerimle gurur duydum. Yalnız değilim. Artık onlara burada ders vermenin heyecanına sıra geldi, nasıl görüp, bilgilerini katarak, gönül gözleriyle neler üretecekler merak ediyorum doğrusu. Bilgilerimizi pekiştirmek üzere başladık Hollanda’nın müzelerle dolu şehirlerini tek tek gezmeye: İlk gün; Den Haag’a gittik. Burada bildiğiniz gibi, ” Mauritius Huis” Vermeer’in tüm eserlerini barındırıyordu. Birkaç yıllık bir tadilat dönemine girdiğinden, eserler ve daha da fazlası  ” Gemeente Museum’a taşınmış. Biraz şehir dışı olsa da bizi oraya gitmekten alıkoyamadı. Müze devasa boyutlarda , bu küçücük ülkenin neredeyse New york Metropolitan Müzesi görevini üstlenmiş. Vermeer dahil ” Ducht School” ( Hollanda Ekolü ) un oluşmasını sağlamış tüm eserler burada. Işığın ilk kez gerçek portrelerde kullanıldığı, natürmorttan portreye, peyzajdan kapalı alana her türlü eseri bir arada görmek olağanüstü güzel. Müze resim sanatına ışık tutan bir tarih barındırıyor içinde.Şehir başlıbaşına açık hava müzesi gibi. ” Binnenhof ” bakanlıkları içinde bulunduran, Mauritius Huis ve diğer tarihî yapıların gözler önüne serildiği bir müze. Surlarla çevrilmiş bir resmî kasaba gibi, tek farkı; herkes, biz turistler dahil buraya girip gezebiliyor, hemen yakınındaki seyyar balıkçıdan üst düzey yönetici ve bakanlık görevlileriyle birlikte yemek yiyebiliyor, İtalyan dondurmacının dondurmasıyla serinleyebiliyor.Binnenhof’un dışında yer alan Buitenhof ta bizi resmen çarptı. Nehir kenarında, tarihî yapıların devam ettiği bu bölgede, en büyük tarihî eser, eski hapisanenin bitişiğinde yer alan, ülkenin sanatsever, büyük sanat eseri koleksiyoncusu olan Prensinin özel koleksiyonunun yer aldığı, halka açık müzesinin olmasıydı. Onu da gezdikten sonra, sanat turlarımıza bir başka şehirde devam etmek üzere Amsterdam’a döndük. İkince gün dünya şehri, Hollanda’nın olmazsa olmazları arasında yer alan Utrecht’e gittik. Şehir açık hava müzesi olduğundan gezmek binaları incelemek, sanat kokan her yeri içimize sindirmek mest etti hepimizi. Utrecht’ten ayrılmadan önce şehrin 15 km dışında yer alan başlıbaşına sanat harikası olan, ahşap ve kırmızı tuğla karışımı ” Haar Castle’ı da ziyaret ettik. 1900 lerde inşa edilen, kale-saray karışımı bu yapının bahçesinin, Monet’nin Giverny’deki bahçesini anımsatan zambakları, kuşları ve yeşiliyle bizleri renge doyurdu. Üçüncü gün; Haarlem’e gitmeye karar verdik, Frans Hals’in müzeye çevrilen evini, yaşadığı şehri, eserlerini, evde kullanılan özel eşyalarını görüp, kimisine dokunup, deri kaplı duvarların, eski ama tarih kokan dokusunu içimize çeke çeke, bir kez daha mest olduk, sanat dolduk. Eserler Rönesans’tan sonra dünya sanatına gerçekten ışık tutmuş. Gerçek insan portreleri, inanılmaz ışıklı renklerle, sanki tuvallerinden fırlayacaklarmış gibi, bizleri takip ediyorlardı. İyi ki onları inceledik, elimizden geldiğince uyguladık ustaların tekniklerini, şimdi onları anlamak daha kolay, eserlerimizin asıllarına benzerliğini görmek gurur verici. Haarlem Amsterdam’a çok yakın olduğundan, geri dönüp bir de Zaanse Schans’ı, yani yel değirmenlerinin cennetini de programımıza dahil etmeye karar verdik. Ne de iyi etmişiz, 190 kadar değirmen, hala aktif, rüzgarın bonkör olduğu bu bölgede sessizliğin sesini yaracasına dönüp duruyorlar. Kimisi, bizim boya hammaddelerimizi, kimisi keten yağımızı, kimizi ekmeğin ununu, diğerleri bazı sanayi ürünlerinin hammaddelerini üretiyorlar. Bir de müze var, ilk bisküvinin imal ediliş ve paketlenişini, o döneme ait diğer sanayi makinalarını temsilî anlatan ve fotoğrafın keşfedilmediği dönemde de bu olayları temsil eden tablolar. Giysiler ve yaşam tarzı konusunda iyice bilgilenebilirsiniz.Doyulacak, anlatılacak gibi değil buralar. Sanatçı olarak doyuma ulaşmak, nefsimizi köreltmek için bu gibi gezileri daha sık yapmalıyız sanırım. Amsterdam’ı geride bırakıp yolumuza ” Domburg” gitmek üzere devam ediyoruz. Şimdi trende tatlı bir yorgunlukla, haritada geçtiğimiz, gördüğümüz sanat şehirlerini işaretleyip, yaşadıklarımızı bir kez daha gözden geçirip biraz da olsa dinlenmeye çalışıyoruz. Önümüzdeki hafta sizlere resim çalışmalarımızdan ve kalacağımız köyden bahsetmeyi umuyorum. Yaşasın sanat, bizlere vesile olup bu güzellikleri yaşattığı için.

PREVIOUSNEXT
0 Comments
+ LEAVE A REPLY

CLOSE