https://figenbegen.com/en 959 0 0

HER SANATÇI USTA MIDIR?

Ustanın kelime anlamı; ” bir zanaatı gereği gibi öğrenmiş olan ve kendi başına yapabilen kimse” demektir Türk Dil Kurumu’na göre. Bana göre ilave edilmesi gereken de; ” konusunda uzmanlaşmış, sabırla kendisi gibi kişiler yetiştirebilen, öğretebilen, bilgisini aktarabilen” dir. Kime usta denir, kim, kime bu titri nasıl verir, Türkiye’de pek bilinmez. Bilinmez olan da, benim mesleğimden bahsederken anlatmaya çaılştığım ustalık.Yoksa ne hadime başka mesleklerdeki ustaları eleştirmek, bilgilerinden şüpheye düşmek. Ben ancak, sadece bildiğim konularda konuşmayı yeğlerim. Yıllarını mesleğine vermiş, kendini geliştirmiş, yenilikler kadar, konusunun tarihçesine de sahip çıkmış, gezmiş, görmüş, donanımını arttırmış kişiler her zaman üstündürler, cömerttirler, mütevazıdırlar, açıktırlar. Korkacak, saklayacak birşeyleri yoktur çünkü. Yaratmaya alıştıklarından; çalmak yerine, yaptıkları araştırmalarda gördüklerini uygulamak yerine, onlardan feyz almayı tercih edenlerdir onlar. Bir de öğretebilme yeteneği eklenince bu bilgilere, işte gerçek ustalık size. Ne ustalar var, eserleri tartışılmaz ama gelin görün konsantresi bozulduğundan mıdır nedir, iş açıklamaya, anlatmaya, sanatını öğretmeye geldi, mi tutulur gider, anlatamaz, insanların önünde sanatını icra edemez. Klişeleşmiş sözcüklerin esiridir artık o.  Durum böyle olunca, önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi, sorumluluk çıkıyor ortaya. Formasyon dediğimiz, öğretmenin olmazsa olmazı. Neleri, nasıl öğretebileceğinizi size öğreten, ders vermenizi kolaylaştıran, belli başlı metotlardır bunlar. Bildiğiniz herşeyi aktarabilirsiniz, ki siz yeni araştırmalara girin, yaptıklarınızdan, denediklerinizden farklılarını yaratın, devleşin, ustalaşın. Ki emek verip sanat öğrettiğiniz öğrencilerinizin göğsü kabarsın, gurur duysunlar sizinle. İş bu kadarla da kalmamalı, onlara fırsatlar yaratmalı, sergiler açtırmalı, zamanı geldiğinde de uluslararası ortamlarda boy göstermelerine yardımcı olmalısınız. Sanatçı, dibine ışık vermeyen bir mumdur. Belki ailenizden, çocuklarınızdan hiçbiri sanatla ilgili değildir, sanatçı değildir, sizden sonra yolunuza devam edecek nesiller değildir. O halde eğittiğiniz, öğrettiğiniz öğrencileriniz neden sizi temsil etmesin, sizi sevgiyle, saygıyla anmasın sizden sonra. Ben; rahmetli hocalarım, Sayın Ali Rıza Kırkan ve Sayın Şeref Bigalı’yı anmadan gün geçiremiyorum. Kendilerinden satın aldığım tablolar bir yana, her resme başladığımda, yüzüme bir gülümseme yayılıyor, sonra yerini hüzüne bırakıyor. Bana öğrettikleri beynime kazınmış, elim boya tüpüne uzandığında başlıyor onlarla kavgam, tartışmam, dediklerini kabullenmem, uygulamam ve sonunda memnun olarak atölyemi terketmem. Rahmetlilerin her ikisi de, içinden çıkamadığım bir konudan dolayı hem bana kızar;  ” Kızım nerden çıkarıyorsun şimdi bunu” derler, hem de çözüm bulup beni rahatlatmak için ellerinden geleni yaparlardı. Ama ruhları sızlamıyordur herhalde, hala onların uyarıları, bilgileri kulağımda öyle resim yapıyorum ben. Onlar beni hiç kıskanmadı aksine hep yüreklendirdi, takdir ettiler. Hatta yetemeyecekleri zaman gelip çattığında da Paris’e gitmemi önerecek kadar yürekli, açık ve nettiler. Birlikte omuz omuza tam altı yıl çalıştım Rıza Hocam’la. Atölyeyin en küçüğü olmam sebebiyle, anahtarı bana teslim edip, sabah erken gelip açmamı, odasını toparlamamı, eksiklerle ilgilenmemi isterdi. Saat ona doğru kendisi gelir, hatır sorma faslından sonra, arkadaşların resimlerini eşleştirmeye gelirdi sıra, kim ne kadar ne yapabiliyor, ne ilave etmek gerek, hangi sergiye, hangi resim yakışır, hep bemimle paylaşırdı. Sonrasında kendisine bir kahve yapar, gözünün içine bakardım, ne var o mahzun bakışların arkalarında, o gün yine ne resimler yapacak, ya da tansiyonu nasıl, şekeri iyi durumda mı, ailesinin meselelerinden tutun, sağlığıyla ilgili konulara kadar, tam bir baba evlat işlişkisiydi bizimkisi. Zaman zaman evden onun için özel yemek getirir, rahatlamasını sağlar, hep iyi olmasını isterdim. Arada şekeri yükselip yemekten sonra biraz içi geçse endişelenir, ertesi gün mutlaka tahlil yaptırmasını ister, azar işitirdim. İş bu kadarla da kalmadı, adaşım Figen’le birlikte Rıza Hoca’yı eşiyle alıp Paris’e götürmeye karar verdik atölyenin artık kapanacağını, bu yılın son yıl olduğunu, hocamızın yorulduğunu öğrendiğimizde. Haziran gelip atölye son gün itibariyle kutlamasını yaptıktan sonra, haftasına Paris’e uçtuk. Ayfer Hanım, Rıza Hoca ve biz iki Figen. Devre mülklerde kalıp, hocamızın tanımadığı yiyeceklerle rahatsızanmaması için genelde evde pişirip ona gözümüz gibi baktık. Müzeler, sergiler, köprüler, muhteşem şehir nasıl da etkilemişti onu. Louvre müzesi, Versailles Sarayı, Montmarte, George Pompidou ve daha niceleri. Akşam yorulup eve dönünce, doğru suluboyasının başına geçer, aldığı etkiyle resim yapmaya başlardı. Hatta bana minnetinden suluboya bir portremi bile yapmıştı orada. Bize elinden geldiğince, tabloların karşısında ders vermeye devam eder, ” aman arkadaşlar siyah kullanmak yok” der, gücünün son noktasına kadar gezer, yorulunca da, bize sanki yorulan bizmişiz gibi:” Hadi artık bugünlük bu kadar yeter, yarın daha neler var göreceğimiz ” deyip eve döndürürdü. Onbeş gün su gibi geçip, eve dönme vakti geldiğinde, yıllarını öğretmenliğe, sanatına vermiş, bir böyle bir ustanın hayatında ilk kez, sanatın beşiğine gelişine sebep olmak, bizi son derece mutlu etmişti. Ama onun o gözlerinin arkasında yine neler saklandığını  keşfetmek bu defa o kadar zor olmadı. Bu benim hayatımda yapmaktan mutlu olduğum belki de en büyük olaydır. Çünkü ne söyleseniz, nasıl takdir etseniz, bazı şeyler var ki, hep havada asılı kalır, bir türlü yeterli gelmez sizi anlatmaya, hislerinizi ifade etmeye, minnetinizi sunmaya. Ben belki de bu yüzden, iyi bir atölye ustası oldum. Formasyonumdan donanımıma kadar, insan sevgisinden sabıra kadar galiba her olgu mevcut. Bakın artık tevazu bile göstermiyorum. Geri dönüp baktığımda, hemen hemen pişmanlık duyacağım birşey yapmadım. Ne zaman gözümü kapasam, uyumak için, hep huzurluyum. Kimsenin hakkını yememenin, bildiğim herşeyi öğretmenin, öğrencilerimi sevdiğim yerlere sürüklemenin, eserleriyle gurur duymanın huzuru bu. Zamanı gelip dres vermeye son verdiğim zaman da erken bırakmış olmaktan dolayı huzursuz olmak yerine, tam zamanında iyi bir iş yapmış olmanın mutluluğunu tatmak istiyorum. Herşey kararında güzeldir.Ustalık, ustasının izinden gitmektir, ışığını etrafına yaymaktır. Umarım, ben de öğrencilerime, hocalarımın bana verdiklerinin bir kısmını da olsa aktarabilirim, onları yeterince motive edip, yüreklendirebilirim.

PREVIOUSNEXT
0 Comments
+ LEAVE A REPLY

CLOSE