https://figenbegen.com/en 959 0 0

SANATÇININ İLHAM KAYNAKLARI II

Yaratabilmek için beslenmeye ihtiyacımız var. Beni besleyen öğeler aynı zamanda bana ilham verenlerdir. Onlar benim gönlümün, aklımın bir köşesinde hep dururlar, gerektiğinde tablomdaki yerlerini alırlar. Hiçbir zaman “şimdi ne çizeyim, hangi rengi kullanayım ” endişesi yaşamadım. Hep dolan bir bardak gibi, elinden oyuncağı alınan bir çocuk gibi içimdekini, ruhumdakini, bir başkasına göstermek,  kendimi ifade etmek istercesine, dolup dolup boşalttım tuvallerime.Üzüldüm: yazdım; kırgınlıklarımı, uğradığım haksızlıkları, özlemlerimi, hayattan ne beklediğimi. Sevindim; mutluluğumu döktüm renklerime, döndü durdu fırçam tuvalimin üzerinde, teşekkür edercesine bahşedilenlere. Sonra da üzmedim, ezmedim, o ilk heyecenla koyduğum dokuları. Öylece naif halleriyle kaldılar oracıkta. Figürlerimin içinde aldılar sessizce yerlerini. ” Rengin de neresi sesli olur” demeyin, siz bastırdıkça fırçayı üzerlerine, onlar öyle bir bağırıyorlar ki farkında değilsiniz. Taşın altına sıkışmış parmak gibi. Görsel öğeler içlerinde bir ruh, bir özellik taşıdıkları sürece hep ilham kaynağıdır sanatçıya. Çocukluğumdan beri; uçmaya, en yükseklere çıkmaya meraklı olduğumdan olacak, en başrol öğe ” KUŞ” tur benim çizgimde, resmimde. Onları anbean yakalayabilmek için balkonumda besliyor, yıllardır bıkmadan, usanmadan izliyor, çiziyorum. Hiç fotoğraflarını çekmedim, ölümsüzleştirmedim onları, ruhları hep diri kalsın hafızamda bile, hep hareket halinde olsunlar diye. Yoksa ne anlamı var, hayata hep acelesi olan, size poz bile vermesini bilmeyen zavallı hayvancığı sıkıştırıvermek küçücük bir kareye. Sonra da kendisine benzetmek için adeta katletmeye. Hatta imzam bile oldular benim. O kadar özdeşleşmişim onlarla. Güvercinlere bakıyorum; ne kadar da hoyratlar, benciller, agresifler, kendi hemcinslerine bile fırsat vermiyor o paçalı olan, genç irisi. Önce kendi yiyecek, doyacak, sonra kalırsa tabakta birşeyler, balkon korkuluğunda bekleyen diğerleri de doyacak sırasıyla. Kendinden başkasının daha iştahla yediğini gören karnı tok güvercin hâla, büyük bir açgözlülükle kovalıyor diğerlerini, bencil işte, var mı ötesi. Ben de fırsattan istifade çiziveriyorum onlar kadar çabuk, hareketlerine bakıyorum yetişmek ne mümkün, aklıma kazıyorum o zaman da, o çılgın hareketleri. Gülüyorum zaman zaman , durun yetişmiyor çizgi diyorum, dinleyen yok. Koşuyor kalem defterde koşabildiğince, dönüyor , kanat çırpıyor bir kuş gibicesine. Çok ta güzel oluyor , hep canlı, hep farklı, hep hareketli çizgilerde. Kumrular öyle değil ama. Ben zaten, ilk ekmek kırıntılarını sırf onlar yesin, hem de ekmek artığı çöpe gitmesin diye koymuştum. Diğerleri, davetsiz misafir gibi oldular. Ayrım yapar değilim, sadece sessiz kalanın ezilmesine üzülüyorum o  kadar. Kumru masum, güzel, sakin, temiz, dikkat ettim yediği yeri kesinlikle kirletmiyor. En güzeli, beni en çok etkileyen tarafı da, eşi gelmeden asla yemiyor. Sabah erkenden gelip kontrol ediyor yem tabağını, bir yandan da beni, mutlaka gözlemliyor orada mıyım, verecek miyim yiyecek diye. Tabağa yem koyduğumu görünce öye neş’eyle, coşkuyla uçuyor ki karşı terasa, eşini çağırmaya, görmelisiniz. ” Guuuk” diye sesleniyor ona. İkisi beraber bir iştahla yiyorlar görmeyin. Onlar o kadar paylaşımcı ki, ufak serçelere bile yer açıyorlar tabağın kenarında , aynı anda aynı miktarda yiyorlar neredeyse. Yesinler, daha çok işleri var, başrol oynayacaklar tuvalimde. Kuşları hep özgür bıraktım çizerken, sadece biraz daga olgunlaşıp, erdiler sanki çizgilerimde, dervişlere baka baka. Onlar gibi döndüler ” Sema” ederken. Öyle yakıştılar çünkü, ben öyle olmalarını, öyle durmalarını istedim. Bana verdikleri olgun, sevgi dolu, aşk dolu hissi, öyle aktardım tuvale. Yön verdim onlara, duygulu bakmayı yakıştırdım o güzel gözlerine. Onlar hak ettiler benim tuvalimde yer almayı. Gördünüz mü hiç bilmiyorum. Boyunları kıldan ince, sanki orada tüylerin arasında bir yarık yer var, kopuverecek, o karad hafif tutuyor başını, inciniverecek gibi. O zaman onlar değil de kim yer alacak Semazen’nin yanında. İşte kuşlar nasıl özgür uçuyorlarsa, fırça da öyle olmalı; bir figürden diğerine geçerken kaymalı, pasajlarda olgunlaşmalı, gözünüz bile takip edememeli zaman zaman onu. Alıp götürmeli sizi tonların, nüansların dünyasına; kimi zaman çoşkulu, kimi zaman hüzün dolu renklerle. Ayrıca yok mor depresif renkmiş, sarı saplantıymış, kırmızı hep dikkat çekermiş. Bunlar beceriksiz bir takım kendini bilmezin güzelim renklerle baş edemeyince onlara yakıştırdığı saçmalıklardan başka birşey değildir. Siz olgunlaştırmadıktan, pişirmedikten sonra renginizi, bir anlamı yoktur palette onunla cebelleşmenin. Konu bulmakta zorlanıyorsunuz diyelim, ya da ilham gelmiyor o an; alın tüplerinizi, şöyle bir alıcı gözüyle bir daha bakın onlara, hangileri o an çekici geldiyse, içiniz ne istiyorsa, söyleyin derdinizi ona, size mutlaka yanıt verecektir, içlerinden biri hadi sık beni diyecektir. Yan yana getirin sonra, onlara değer katacak hemcinslerini, palete yerleştiriken de dikkatli olun lütfen öyle gelişigüzel dağıtmayın sağa sola; kim kimle daha iyi bir uyum içindeyse onları koyun yan yana. Ki kaynaşmayı, birbirlerini sustutmayı ya da bağıtmayı bilsinler. Sözün kısası size yardım etsinler. Sonra önce boş tuvale, daha sonra, palete konsantre olun, orada, o beyaz boşlukta birşeyler görün, bu hemen olmayabilir, sabırlı olun; sizden birşeyler, hayatınızdan, sevdiklerinizden birilerini arayın. Bu ille de yakınınız, bildiğiniz biri, birşey olacak değil, hiç görmediğiniz, görmeden de özlemini çektiğiniz, bir doku, bir dokunuş olsun, hayalinizdeki olsun. Sizden doğmuş yepyeni bir parça olsun. Bütünleşin, birlikte güçlenin, yaratın, kalıcı olsun, kendine bir daha bir daha baktırsın. Eser olsun.

PREVIOUSNEXT
0 Comments
+ LEAVE A REPLY

CLOSE