ARAMIZA HOŞGELDİN
60 yaşlarında, ressam, bay Taillandier, birgün artık resim yapamadığını düşünüp, tuvalinin başındayken, eline geçen, fırça, boya, palet ne varsa, sağa sola savurtup, resim yapmaya son verir. Eski yaptığı tabloları da artık ona ilham vermiyor, bir zamanlar hayranlıkla seyretmeye doyamadığı eserlerinin artık yüzüne bakmak istemiyor, karısının, evlatlarının, hatta en yakın arkadaşı, heykeltraş Max’ın bile sözleri onu resme geri döndürmeye yetmiyordu. Bu hali, evdekilerin de sabrını taşırıyor, ne yapsalar, ne söylerseler ters etkileniyordu. Çünkü, o ne istediğini, eksik olanın ne olduğunu bilemiyordu. Belki tarz değiştirmek, belki yeni bir konu bulmak, belki değişik birşeyler üretmek. Ama hiçbir fikir ona enteresan gelmiyor, gittikçe daha çekilmez oluyordu hayat kendisi için. Paletine sıktığı boyaları hırsla, sinirle karıştırıp, siliyor, yeniden başlıyor, yeniden mahvediyordu. Harika bir evde oturuyor, ona eşlik etmekte kusur etmeyen karısı, onu hergün telefonla arayan arkadaşı Max, kedisi, doğumgününü büyük bir coşkuyla kutlamaya gelen evlatları, hiçbir şey, hiç kimse onu mutlu edemiyordu artık. Hayata, kendisine, sanata, çevresini kuşatan herşeye küsmüştü adeta. Bütün gece gözüne uyku girmedi ve o sabah erkenden, gün ağarmadan, üzerindekilerle, yanına hiçbir eşya almadan arabasına bindi ve yaşadığı yeri, eşini, arkadaşlarını, ailesini, atölyesini, evini terketti. Yanına aldığı tek şey tüfeğiydi. Belki de yaşamına son vermek istiyordu, kimbilir. Araba nereye kadar götürüse oraya kadar gitmeyi kafasına koydu, bir anda kendini, şehir dışında, eskiden resim yapmaktan bunalınca, dinlenmeye geldiği ormanda, uçurumun kenarında, aşağıda akan nehirden gelen gürül gürül sesleri dinlerken buldu. Buna bile cesareti yoktu, ne atlamaya, ne tüfeğin tetiğini çekmeye. Sinirle fırlatıp tüfeği arabanın bagajına, yola koyuldu. Bilmediği bir şehire yaklaşırken, hızlanan yağmur damlaların yolu görmesini iyice zorlaştırdığı anda, kaldırım kenarında kendisine el sallayan, durmasını işaret eden sırılsıklam bir insan silüeti dikkatini çekti. Gencecik bir kız durması ve kendisini arabaya almasını istiyordu. Tereddüt etmeden aldı kızı. Nereye gittiğini sorduğunda, aldığı cevap yüzüne bir gülümseme yaydı. Çünkü genç bayan da evden atılmış, sokakta kalmış, gidecek yeri yokmuş ve onunla nereye olursa gidermiş. Ne parası vardı, ne giysisi, annesinin erkek arkadaşı ” Evde ikinci bir boğaz fazla, gönder gitsin” deyip annesini hırpalamış. Kızcağız da ister istemez gecenin o vakti sokağa çıkmakta bulmuş çareyi, annesi daha fazla hırpalanmasın adam tarafından diye. Benzinciden yakıt alırken, birer sandviç ile karınlarını doyurup, yola devam ettiler ve en yakın kasabada kalacak bir otel buldular. Bay Taillandierin hali görülmeye değerdi. Hem kızcağıza: ” Bak yarın başının çaresine bakacaksın, ben kendim bile kendime ağır geliyorum bir de seninle uğraşamam ” diyor, hem de otele yerleştiklerinde, aradan küçük bir kapıyla ayrılan odalarından kızın odasına geçip, gece açılan üstünü örtmeyi de ihmal etmiyordu. Onu uyurken seyrettiğinde o sabah ilk kez yüzüne tarifsiz bir gülümseme yayıldı. O resim yapmaya, ailesini geçindirmeye çalışırken çocuklarının nasıl büyüdüğünü görememişti bile. Kahvaltıdan sonra kızı otobüs garına bırakmayı teklif ettiyse de ufaklık bir türlü eve dönmeye, geri gitmeye yanaşmıyordu. Kendisi öyle bir aile babası olmadığından kızı anlamakta zorluk çekiyor, duyduklarına inanamıyordu. Kahvaltıda onu eve dönmeye, annesiyle kendisinin konuşacağına ikna edip, gerekirse adama bile müdahele edeceğine söz verip, arabaya bindirdiği gibi evine geri götürdü. Ama, maalesef, evden çıkmakta olan adam kızın geri geldiğini görünce, annesini tartaklamaya başladı, kendisine müdahele etmeye çalışan bay Taillandier’e de bir yumruk atmayı ihmal etmedi. Sonunda kızı alıp, arabaya bindikleri gibi uzaklaştılar oradan. Kızcağız bir kez daha yıkılmış, ne yapacağını bilmez bir haldeyken. Sonunda kız onu, hiç olmazsa başka bir çözüm bulana dek, birkaç gün birlikte kalmaya ikna etti ve önlerine ilk çıkan sahil kasabasında, bir haftalığına küçük bir ev kiraladılar. Bay Taillandier hemen alışverişe gidip, gazete, yiyecek birşeyler aldı ve eve döndü. Kızcağız yazın son günleri olduğundan pek te temiz olmayan evi, temizlemeye girişmiş, sofraya tabak bile koymuştıu bay Taillandier geri döndüğünde. Yumurtalarla hemen nefis bir omlet hazırlayıp, bir kez daha mutlu etti bay Taillandier’yi. Sabah yeni bir gün başlarken, uyandıklarında bir baktı ki kız yatağında yok, tam başına bela aldığını düşünecekken, kızcağız kıyıdan, yüzmekten geliyordu. Rahat bir nefes aldı. Birisi için endişelenmek nasıl bir duyguydu? İlk iş ona bir mayo almak oldu sonrasında. Kasaya geldiklerinde, o küçücük sahil kasabasında bile, gazatelerin yanında bizlerin, profesyonel ressamların kullandığı çizim, eskiz defterini gördü, hemen bir kalem ve defteri satın aldı ve kızla birlikte sahile gitti, kız güneşlenirken, yüzerken, denize koşarken, denizden çıkarken, denize bakarken, hep, her an çizdi, desen yaptı, yüzlerce, binlerce. Kız ona, borçlandığını, borcunu ödemek için poz vereceğini, bu eskizleri satarlarsa, orada birlikte yaşamaya devam edebileceklerini söyledi. Gülümseme yayıldı birden dudaklarına bay Taillandier’in. ” Bunlar para etmez, ben zaten resim yapmayı bıraktım” dediğinde kızın şaşkınlıktan gözleri yerinden fırladı. ” Deli misin sen, bunlar harika, ama bak, benim burnum böyle değil; böyle, kollarımı böyle çizme ” diye başladı eleştirmeye. Aynı zamanda, bu tip resim ilk kez gördüğünü, bunların alışılmışın dışında olduklarından, çok para edeceği yorumunu getirmeyi de ihmal etmedi.Ertesi gün bay Taillandier, aynı markette çocukların kullandığı basit suluboyalardan buldu. Tereddütsüz aldı ve başladı renkli resimler yapmaya. O ne, nasıl resim bunlar? Daha önce hiç bu tip resimler yapmamıştı, herkesin beğendiği, rengi, çizgisi, ışığı gayet yerinde, bilindik figürlerdi onlar. Şimdiyse kendini bulmuş, çok farklı figürler üretmeye başlamıştı. Kendisi olmuştu ve kendi için çiziyordu. Ne kendine benziyordu, ne Monet’ye, ne Manet’ye, ne Picasso’ya ne de diğerlerine. Bambaşka eserler üretmeye başlamıştı. Bir hafta geçmiş, geri dönmeyi hiç düşünmeden mutlu mesut geçiyordu günleri. Bay Taillandier resme dönmüş, kız annesinin erkek arkadaşının baskısından kurtulmuş. Ama, gözü sürekli içindeki para azalmakta olan cüzdanında olan bay Taillandier, kasaba marketinden o gün son bir kez kağıt almaya gittiğinde, hergün ihmal etmeden aldığı gazetesine göz gezdirirken, gördüğü bir fotoğraf ve haber onu ürpertti. Kızın annesinin dairesinde yangın çıkmış, sevgilisi terk etmiş olan kadıncağız yalnızken uykuda yakalandığı alevler yüzünden komaya girmiş, kızının fotoğraflarını bulan gazeteciler, her neredeyse bir an önce hastaneye gelmesini annesine kan gerektiğini yazıyordu. Hemen eve koşup kızı aldığı gibi hastanenin yolunu tuttular. Kız annesini başucunda ne yapacağını bilemezken, bay Taillandier, yakın arkadaşı Max’ı arayıp, iyi olduğunu, anlatacak çok şeyi olduğunu, akşama doğru ona uğrayacağını söylediğinde, kız; sorgulayan ve ürkek gözlerle kendisine bakmaya başladı. O, ailesine, evine dönecekti, peki kızcağız ne olacaktı. Taillandier hemen evini, karısını aradı yanında bir misafiri olduğunu, misafir odasını hazırlamasını söylediğinde, karısının sevinçten dili tutuldu, kocası yaşıyordu ve ne olursa olsun, evine dönüyordu, gözyaşları arasında hem odayı, hem de nefis bir sofra hazırladı. Eve geldiklerinde, bay Taillandier kızı ” Küçükhanım” diye tanıttı. O artık onun modeli, kurtarıcısı, hayata bağlayanıydı. Birkaç günlük misafirlik bittiğinde, kızın annesi hastaneden çıkmış, kızıyla birlikte yeni bir hayatın hayalleriyle hayata tutunmuştu. Kızı, koridorda, onu giyinmiş, kendisine doğru yürüdüğünü gördüğünde: ” Aramıza hoşgeldin” dedi. Sağında bay solunda bayan Taillandier olmak üzere.Ana, kızı evlerine bırakan Taillandierler evlerine döndüklerinde, Max ta onlara büyük bir sürpriz hazırlamıştı. Enfes bir barbekü, harika bir sofra ve bir pankart: ” ARAMIZA HOŞGELDİN ” . Paris’te geçen ya izlediğim bu film Jean Becker’in Patrick Chesnais ve Jeanne Lambert ile gerçekleştirdiği bir yapım. Hayata, mesleğe, dostlara bağlanmak için harika bir örnek.