YAŞAMAK GÜZELDİR
Sabah uyandınız, ilk iş olarak banyoya koşar aynada yüzünüze bakarsınız. Daha doğrusu, gününüze böyle başlamalısınız. Gördüğünüz yüzünüze; gülümseyerek ” Günaydın, çok şükür bugünde sağsalim uyandım, kendimi aynada görebiliyorum, ayaklarımın üzerinde durabiliyorum, karnımın açlığını hissedebiliyorum, koklayabiliyorum, dokunabiliyorum, yaşıyorum!” demelisiniz. Çünkü her sabah uyandığımızda, hemen hemen hepimiz, günün iş temposunun yoğunluğuyla, ya da bir gün öncede sarkan programın yetiştirilme endişesiyle, hayatın güzelliğinin farkına bile varmadan, oflayıp puflayarak aynadakine dikkat bile etmeden, çabucak işimizi bitirip çıkıveririz banyodan. Sadece banyodan mı? Evden alelacele çıkıp, telaşla arabanın anahtarlarını nerede olduğunu bulmaya çalışırken çantanızın altını üstüne getirerek, belki de içinizden küfrederek, hep çarpıntıyla , hep aceleyle, hep tersliklerin sizi bulduğuyla uzun ömrünüzü kısaltmaya başlarsınız. Toplantı, ders, alışveriş, koşuşturma biter ama daha öncesinde siz kendiniz bitmişsiniz, farkında bile değilsiniz. Tıpkı aynanın karşısındakinin farkında olmadığınız gibi. Hayatınızın da farkında değilsiniz o arada, çevrenizdeki güzelliklerin de. Bir sabah kalktığınızda oturun düşünün lütfen, o anda kaç kişi var, kendi başına yataktan bile kalkamayan, dişini fırçalayamayan, iştahı olmayan, doktor kapılarında ümitle haber bekleyen, uyansın diye başucunda dualar edilen. Artık silkelenin ve lütfen kendinize şu kısacık ömürde uzunca bir zaman ayırın. Karanlıkların – aydınlığın değerini, yalnızlığın sevginin değerini, korkunun sarılmanın değerini bildirmesine izin vermeyin. Sağlığınız, enerjiniz, hırsınız, ümitleriniz, açlığınız, elinizden gitmeden değerini bilin. Kendinizi sevin. Sahip olduklarınıza sahip olamayanların ızdırabını anlayın. Hayatı, yaşamayı sevin. Hatta sevmekle kalmayın sevdirin.Ben arada bir, çok sevdiğim beni motive eden şarkıları tekrar tekrar dinlerim. Yediklerime dikkat etsem de canım çok istediğinde bir parça çukulatayı yutuveririm, altını çizerek okuduğum, beni adam eden bazı yazıları bir kez daha okurum. Sonra da hiç ummadığım bir anda bu yaptıklarım profesyonel bir makalede, bilmem kimin yaptığı bir araştırma sonucu olarak, yapılması öğütlenen maddeler olarak çıkar karşıma. O zaman sadece gülümserim. Bazen de, kendime karşıdan bakarak konuşurum, karşımdaki Figeni eğitmeye, ikna etmeye, sakinleştirmeye çalışırım. İnsanoğlu, kızar, sevinir, kavga eder, üzülür, hayal kırıklığına uğrar, başarır, yenilir. Her durumla baş etmesini bilmeli, ama her defasında farklı yöntemler seçmeli. Örneğin, çok kızgın olduğumda bana kendimi mutfağa kapatmak, hırsımı hamurdan almak çok iyi gelir, üstelik ortaya çıkan şeyde hırstan, kızgınlıktan, eser yoktur. Tersine çok lezzetli, yumuşacık, sakinleştirici gibi olmuştur. Una, suya dokunmaya başladığımda ona konsantre olmuş, neredeyse neye kızdığımı bile unutmuşumdur. Endişelendiğim zaman ise, çok sevdiğim, sesinin beni alıp bambaşka dünyalara götüren bir şarkıyı, şarkıcıyı üst üste dinler, kendimden geçerim. Sonrasında, bir önceki anımı hatırlamam bile. Çok daraldığımda, çaresiz hissettiğimde, ya hemen dışarı çıkarım, ya da zamanım yoksa, camı açar derin derin nefes alırım. Şimdi belki herkes; ” Biliyoruz ne var bunda enteresan olan? ” diyebilir. Ben de biliyorum bunlar pek te alışılmışın dışında, ilk kez söylenen sözler değiller. Ama benim isteğim, bu bilinenlerin uygulanması, gerçekleştirilmesi. Yapın lütfen, açın camı, yoğurun hamuru, içinizden; ” aman şimdi bir de bulaşık çıkacak, hem zaten kime yedireceğim o böreği, keki, zayıflamaya çalışırken. ” demeyin lütfen. Sadece uygulayın. Yapın ama yemesini istediğiniz birine verin. Mutlu edin, iyi gelir. Arkadaşınızı, komşunuzu ziyarete gidin. Gülümseyin onlara, hiçbir şey diyecek gücünüz olmasa bile, yüzlerine bakın, sadece gülümseyin. Beni çok iyi eden şeylerden biri de; çok çok kırıldığımda, üzerinize afiyet biraz fazla hassasım galiba, sık kırılabiliyorum. Ama bir yöntemim var , artık üzerinde durmuyorum. Eğer çok değer verdiğim biriyse kırıldığım, hemen oturup ona bir mektup yazıyorum. Kendime de nağmeler var tabi içinde. Ama okuduğumda hem hırsımı tam olarak çıkarmış oluyorum, hem de tam istediğim gibi haşlıyorum onu. Acı çektiriyorum, ki normalde kıyamam, burnundan getiriyorum, değerimi bildiriyorum. Bu mektuplar şimdiye kadar sahiplerine ulaşmadılar, bende saklılar ama beni olgunlaştırdılar, büyüttüler, sakinleştirdiler. İnsan, galiba sanatçı oldu mu durum biraz daha kolay. Çünkü sanatçı, yazabilir, çizebilir, şarkı söyleyebilir, yaratabilir, pişirebilir, oynayabilir. Çünkü o yaratıcılığının kendisine bahşettiği özellikleriyle, diğerlerinden biraz daha farklıdır, donanımlıdır. Yazarları düşünün, eski çağlarda, karalar, kızar, yırtar, yeniden dener, olmadı yırtar atar, tıpkı filmlerdeki gibi. Kimyagerler düşünün laboratuvarın altını üstüne getirir deney tutmadı mı, şairler, senaristler, besteciler, seramikçiler, heykeltraşlar, aşçılar. Bu kişiler hepsi birer sanatçıdır çünkü. Önlerinde bilimsel tekrarlanacak, uygulanacak somut bir örnek yoktur. İşte tam da yaptıklarının, aksiliklerle kendilerini işten vaz geçirecek hale geldikleri bir anda, yarattıklarına sihirli bir el dokunur adeta, birdenbire oluverir o eser. İşte tam o anda yaratıcılığın, zirveye ulaştığı, deneylerin sonuç verdiği andır. Böyle çalışan, yaşayan kişi asla hastalanmaz, kendini dinlemez, kendisi ve çevresiyle barışık, hayata bağlıdır. Sever, sevilir, canının, sağlığının kıymetini bilir. En önemlisi de şükretmesini bilir. Canı yandığında, ” Aman bunu atlatayım bir daha kesinlikle böyle düşünmeyeceğim, kendimi sıkmayacağım” dersiniz, ama geçince, hemen unutur, hata üstüne hata işlemeye, kendinize kıymaya devam edersiniz. Benim anlatmak istediğim buydu. Her zaman metin olup, itidali elden bırakmadan, toleranslı, her anın tadını çıkararak, hayatı, yaşamayı severek ömrünüzü tamamlayın lütfen. Hayat kısa, siz ise çok değerlisiniz.