https://figenbegen.com/en 959 0 0

” İNSAN” DENEN SANAT ESERİ

Ellerim bana ittat ettiği müddetçe, yarattıklarım ve ben ” ben” oluyoruz. Birşey yaratmaya giriştiğimde de, çevremi, ailemi, dünyayı unutabiliyorum. Zaten en iyisi de zaman zaman başkalarını biraz da olsa, unutmak değil midir? Yaratmak deyince, ben de sanatçı olunca, akla ilk gelen resim oluyor, ama bence sanat, kişinin, her ürettiğiyle, her yarattığıyla sanatını ispatlamasıdır. Aşçı; yemekleriyle, pastacı; turtalarıyla, operatör; izi bırakmayan ameliyatlarıyla, öğretmen; öğrencileriyle, ana- baba; çocuklarıyla birer sanatçı değiller midir?Çocuklar, gençler deyince iş hemen değişiyor benim gözümde. Geçen gün bir haber programda izlediklerim de, hislerime tercüman oldu adeta.Lise ya da üniversitede okuyan öğrenciler, yaz tatilleri boyunca, 8-10 hafta boyunca, geçici işlerde çalışarak, harçlık biriktiriyor, ihtiyaçlarını, yetiştirilme tarzlarından dolayı, anne- babalardan talep etmek yerine, kendi kazandıklarından karşılıyorlar.Onlar; kendilerine özel hizmet veren kurumlara önceden başvuru yaparak, uygun istihdam sağlayabilecek iş yerlerinde, yaz tatillerini, çalışarak, öğrenerek, deneyim ve para kazanarak geçiriyorlar. Yaşlılar evinde; nine-dedelere yemeğini yedirmek, asansöre binmesine yardımcı olmak, ilaçlarının takibini yapmak, kitap okumak, birlikte film izlemek, durumu biraz daha iyi olanlarla ise dışarı çıkıp dolaşmak, ya da onları haftasonu aileleriyle buluşturmak gibi işlerde çalışıp, günde 15-20 € gibi bir para kazanıyorlar. Kimileri; oku temizliğinde çalışıyor. Bazı ülkelerde hizmetli yoktur Avrupa’da, okulunda herkes temizlik işini gönüllü olarak yapar. Örneğin; tuvalet temizliğini öğrenciler, sınıf temizliğini öğretmenler üstlenir. Yaz dönemide ise öğrenciler, badanadan tutun da, dolapların onarılması, temizlenmesi, sıraların tamiri, arşivlerin düzenlenmesine kadar her türlü işi yaparak deneyim kazanıyorlar. Spiker;  ” Kendiniz mi seçtiniz burada çalışmayı ” diye sorduğunda ” Hayır, bu iş kalmıştı sadece listede , ben de kabul ettim, nasıl olsa kısa bir süre, hem deneyim, hem de harçlığımı kazanacağım. ” diye cevap veriyor. Hem gönüllü, hem, hem hakkına razı. Sistemi öyle güzel oturtmuş ki adamlar, söyleyecek söz yok. En ilginci de, çiftliklerde, süt sağan, hayvanları otlatmaya götüren, onları zaptetmek konusunda hayli zorlanan öğrencilerin haliydi. Daha da önemlisi koyunları kırkan, atları tımar eden, süt sağdığı keçinin tekmesiyle yere yuvarlananlardı. Ama onların neşesini, ne sabahın erken saatinde sıcacık yatağından kalkmak, ne tekme, ne de devrilen süt kovaları kaçıramıyordu. Hayatlarında belki de ilk kez yedikleri taze peynir, henüz sağılmış taze süt, mis gibi saf tereyeğı, çiftçinin ürettiği bal, keyiflerine keyif katıyordu. Öğrenme isteği, tatil dönüşü her birinin arkadaşına anlatacak değişik bir deneyiminin olması yeterliydi. Kim daha çok kazanmış, kim hangi işten çok memnun kalmış, konuları buydu artık. Bir dahaki sefere, seçilecek işlerin değer ve önem sıralaması da ihmal edilmiyordu tabiki. En önemlisi de, yaptıkları işten, daha doğrusu işe yaramaktan dolayı göğüslerinin kabarmasıydı arkadaşlarının arasında. Okula erken kalkmaktan sızlanan öğrenci, tatilde ekmek fırınında iş bulmuşsa, sabaha karşı üçte kalkmaya başlayınca, okula kalkış saatleri bayağı insaflı görünmeye başlamıştı gözüne. Elleri çiftlikte ya da temizlikte, kıpkırmızı kesilen, odasını toplamaya şükredecektir artık. Amerika değil, ama Avrupa toplumunda genelde,” Hayır, yapamam” yoktur gençlerin sözcük dağarcıklarında. Ne istenirse onu görev addeder, elinden gelenin en iyisine gayret gösterir. Sporda, sanatta, günlük hayatta birçok kez canlı örneklerini birebir yaşamışlığım vardır. Bu çalıştıkları işler de gelecekte onların birinden birini meslek olarak seçebilecekleri örneklerden başka birşey değildir genelde. Liste oldukça uzun, avukat yanında büro işinden tutun, okul, hastane, restoran, fırın, yaşlılar evi, oto tamircisi, inşaat ve çiftliğe kadar uzayan bir liste.Bizde nasıl işliyor bu düzen? Tam tersine; özellikle anneler, kızlarını gelecekteki evine, eşine, kayınvalidesine mahçup olmasın, üstelik onlara en iyi hizmeti versin diye sadece evde, bulunduğu evin işlerini yapmayı öğreterek tatmin oluyorlar, onların çevrelerine at gözlüğüyle bakmalarından başka bieşey öğretmiyorlar. Kısır döngü her evde devam ediyor. Hep ” İki günde geri geleceksin” endişesi kaplıyor gencin dünyasını. O hiçbir zaman profesyonel olamıyor, profesyonelce düşünemiyor, sonunda da stresini yönetemiyor, ev kızı olarak ailesine ve kendi kuracağı yuvasına yararlı, bunalımlı, kendine ve çocuklarına yetemeyen az gelişmiş bir varlık olarak sürdürüyor hayatını. Bazen de sürdüremiyor, son vermeye kalkıyor, onu bile beceremiyor.Neden daha profesyonelce düşünülmez, anlamak çok da zor değil. O anneler kolayı seçiyor çünkü, eşinin dediğinden çıkmayan, onun verdiği harçlıkla yetinen, elişi ev işinden başka birşey bilmeyen, kolayı seçen. Hayatın gerçekleriyle karşılaştığında eşini ya da annesini yardıma çağıran, korkak, ürkek, çekingen, cesaretsiz, pasif anneler. Bu erkek çocuklar için de böyle. Baba, ” Ben bu işi kime kurdum?” der, eğer bir iş adamıysa, çocuk doktor mu olmak istiyor, hakim mi, önemli değil. Babanın işinden anlasa da anlamasa da, orada çalışmak, hayatını karartmak zorunda. Baba zanaatçı olur, çocuk onu gördüğünde, yardım ettiğinde çok zevk alarak öğrenir ve uygular, ona diyecek birşey yok tabiki. Ama öncelikle çocuğumuzu iyi tanımalı, onun ne istediğini bilmeli, anlayamıyorsak sormalı, hep mutlu olacağı, yorgunluk, bıkkınlık hissetmeyeceği, zevk alarak çalışacağı bir meslek dalı seçmesine yardımcı olmalıyız. Zorla iş yaptırıp, sadece kendimizi tatmin etmek için, biz gurur duyalım diye, çocuğa meslek seçilmez. Kendisi için en uygununu seçmesine yardımcı olunur. Bütün bunları gerçekleştirebilmek için, bence; evladımıza sahip olduğumuz, onun o ilk bakışlarını gördüğümüz andan itibaren, eserimize bir kez daha bakıp, onu nasıl bir yöntem ve sanatla büyüteceğimize karar vermeliyiz. Nakış gibi işlemeli, oya gibi örmeli, cama üfler gibi yavaşça, incitmeden, kırılmasından korkarak içine sabırla, bilgi, deneyim, sevgi salmalıyız.sabırlı. O, bizim ona her verdiğimizle gelişecek, büyüyecek, serpilecek, olgunlaşacaktır. Zamanı geldiğinde sergilenmeye hazır bir eser edasıyla karışacaktır topluma, kendini kabul ettirmeye, dünyaya; ” Ben de varım” demeye. Bunu başarabiliyorsak, gerçek sanatçıyız demekki, yoksa eser yaratmak yerine canavar da yaratabiliriz. Bunun nesiller boyu böyle devam edeceğini düşünürsek, kendisinin yetiştireceği, nesillerin de sorumluluğunu üzerimizde hissederek, yola çıkmamız gerektiğinin farkında olmalıyız.Başarıyla tamamladığınız bir eserin karşısına geçtiğinizde aldığınız hazzın, büyüdüğünde, işinde başarılı, mutlu bir evladın karşısına geçtiğinizde aldığınız hazla eşdeğerde olması gerektiğine inanıyorum. Siz o zaman gerçek bir ustasınız.

PREVIOUSNEXT
0 Comments
+ LEAVE A REPLY

CLOSE