https://figenbegen.com/tr 959 0 0

SANATIN TADI

” Küçük detaylar büyük farklar yaratır” sözü ne kadar doğru. Bu hafta sizlerle paylaşacağım makalemde, tamamen bu söze ilişkin anılar bulacaksınız.Resim yaparken, desen çizerken, eserlerin, sadece sanatla ilgili ortamlarda görücüye çıkmalarıyla, başka ortamlarda boy göstermeleri arasında gelgitler yaşamışımdır. Kitaplarda zaman zaman desenlerden yararlanılıyor, konusuna uygun desenler seçilip çok ta güzel yerleştirmelerle konunun yanında yer alabiliyor. Ya da özel olarak, konuya uygun desenler çiziliyor. Ki zaman zaman bu desenler, beni öylesine etkiler ki; epey bir süre sadece karakalem çizerim, doyana, tatmin olana kadar. Bana göre; kağıt kalemle barışık olan sanatçı, her zaman yaşar, klasikleşir, erişilmezdir. Bilindiği üzere de sanatçı dediğin, hergün elini bir kez çizmeli, yeteneğini köreltmemelidir, ki daha iyi görsün, daha iyi öğretsin, haklı olarak eleştirsin. Desen için tamam da, iş; tabloya, resime gelince ne olacak? Hele abstre, modern, stilize tablolar, farklı ortamlarda kullanılamaz mı? Türkiye’de nerelerde, nasıl kullanılır, nasıl banalleştirilir bilinmez, ama geçenlerde benim bu fikrimi sanki telepati yoluyla birileri duydu ve bakın nasıl gerçekleştirdi. Fransa’da, Genetik miras, orijinal adıyla, ” Les Journées des Patrimoines” kapsamında, çeşitli etkinlikler yapılır her yıl. Elysée Sarayı, Hotel de Ville (belediye binası), kilise ve katedraller, France Televisions (ulusal televizyon binası) , tüm şato ve saraylar ücretsiz olmak üzere, yerli yabancı tüm halkın hizmetine açılır, konusunda oldukça yetkin rehberler tarafından gezdirilir. Zaman zaman da, metro istasyonlarında, aşçılar yemek kursu verir, sonra izleyenler oturup hep birlikte pişeni yerler. Notlar alınır, malzemeler tanıtılır, sadece o yemekte değil, aynı malzemenin başka hangi reçetelerde kullanılabileceği de açıklanır. Malzemeleri, kendi köylerinden getiren peynirciler, şarküteri sahipleri, sebze meyvacılar da cabası. Tıpkı benim boyalar konusunda öğrencilerimi uyarmam, her detayı öğretmeye çalışmam, ne neye iyi gelir, yakışır, ne neyi bozarı anlatmam gibi. Teknik hep aynı, mutfaklar farklı.  Bu tip faaliyetler için, adresler önceden bildirilir, bilbordlarda ya da internet aracılığıyla, kayıt yaptırıp siz de katılabilirsiniz.  İnsanlar, size, hem kültürlerini öğretip, hem beceri kazandırıp, hem de damağınızı okşamayı çok iyi biliyorlar. Dört-beş saat vakit geçirdiğiniz yerden ayrılırken kendinizi gerçekten çok iyi hissediyorsunuz. Karnınız tok, yüzünüzde gülümseme, hava ılık limonata tadında, değmeyin keyfinize. Zaten Avrupa ülkelerine, özellikle Paris’e kış döneminde, turistlerin ortalığı alt-üst etmedikleri, sadece Fransızların yaşadığı Paris’i Fransız gibi yaşamak, algılamak için gitmelisiniz. O zaman ne kadar farklı olduğunu göreceksiniz. Ben dünyayı, hiçbir zaman bir tur şirketiyle gezmedim. Bu kadar donanım edininceye dek, hep kendim, kitap okuyup, araştırma yaparak, şehir ve metro haritalarını internetten indirerek ve en önemlisi de ev tutatarak gittim. Şehre iyi adapte olabilmek, ülkeyi, şehri, hakkını vererek tanıyabilmek adına, oralı gibi, akşam üzerleri, metro çıkışlarında, elindeki malı tüketebilmek için, promosyonel seslenişlerle, tellallık yapan satıcılardan alışveriş edip, en son da fırından henüz çıkan taze baget alarak, eli kolu dolu eve gelip, o bana ait olmayan mutfakta, tanımadığım ocakta, değişik tencerelerde yemek yapıp, peynir, ekmek, şarap eşliğinde, komşuların avludan yükselen  sesleriyle, o şiirimsi lisanın etkisiyle, kendimden geçip, oralı olup, keyif yapıyorum. Kendimi bambaşka hissediyorum. Sonra dalıyorum hayal alemine; acaba diyorum, şu benim ” Kırmızı Kafes” tablosu, St. Germain Des Prés’de Café de Flore’un çapraz köşesindeki ” Armani Butik’in vitrinini süsler mi bir ara? Ya da biraz ilerdeki, Kenzo’ya ne kadar da yakışır ” Jardin Suspendu” ( Asılı Bahçe) tablom. Acaba diyorum kim ilgileniyor bu gibi işlerle, menajer mi bulmak gerek, yoksa kendi kendime gitsem sorsam, herkes görse , baksa, benim gibi sevse o eseri, ya da bir diğerini. Yine kendi kendime, ” Neden yararlanmazlar ki tablolardan farklı ortamlarda?” diyorum. Ne kadar çok eser var , günlük hayata adapte edilebilecek. Sanatçı hep daha ” klas” olduğu için müze, galeri gibi ortamlarda eserini sergilemek yerine, neden daha çok tevazu gösterip, her konuda uzman olan Avrupalı organizatörlere farklı fikirler verip, eserlerini daha da halka indirmez? Derken; bu sabah yine müptelâsı olduğum, France 2. kanalda, sabah haberlerinde ( beni bir yerlerde birilerinin duyduğuna eminim gerçekten), üç Michelen yıldızlı, aşçı federasyonu başkanı, Atamirası Günleri kapsamında, Paris’in çeşitli caddelerinde, birtakım açık hava gösterilerinin yanısıra, aşçıların da çeşitli sos ve yemek tanıtımı yapacaklarını, pastacıların özel gösterilerle, sanat eserleri yaratacaklarını, halkı davet ettiklerini söylemez mi? Hem de öyle klasik yemek dizaynı değil, bu yılki konseptte, sanatçıların tablolarını işleme, gerek renk, gerekse kompozisyon olarak onları kullanma kararı alınmış. Gözlerim yerlerinden fırladı, çünkü, soslar, garnitürler, sebze, etler, balıklar şekil değiştirip, gerçekten de Monet, Manet, Renoir, Kandinski, Miro, Picasso, Klimt, ve diğer birçokları olmuşlar. Tabaklardaki figürler Japonlar tarafından fotoğraflanıyor, insanlar daha önce hiç böyle birşey görmediklerinden birbirlerini ezercesine parmak uzatıp tatmaya, aşçıları alkışlamaya, ellerini sıkıp tebrik etmeye çalışıyorlar. Gerçekten de desenler ve tablolar görülmeye değerdi. Renklerin uyumu, sosların tabaklardaki çizimi, ızgaranın etin geometrik şekillerle form kazanması da birer sanat eseri olmuşlardı. Avokado sosu, havuç püresiyle tam bir kontrast oluşturuyordu, kaşık, sosu alıp tabakta deseni, meydana getirirken, adeta fırçayla yarışırcasına, tabak üzerinde çalım atıyordu. Halkalar, daireler, kareler, dikdörtgenler, ovaller, prizmalar, modern resme ışık tutarcasına  pozlar veriyorlardı. O aşçı ki; mutfağından çıkarak, bir zahmet, müzelere, kitapçılara koşarak, taa okul yıllarından beri sanat, adına edindiği bilgilere rağmen sanatçı ve eserleri hakkında, daha da ayrıntılı bilgi sahibi olup, eseri katletmeden esinlenmeyi yeğliyor. Belki de günlerce aynı desen ve konu üzerinde çalışıyor, bıkmadan, usanmadan deniyor, olmayınca bir daha, bir daha yapıyordu. Kolay değil, ustaya saygı bu, eseri katletmeden yorumlamalıydı. Görselliğe ve damağa önemin bu kadar önemli olduğu bir ülkede hep bir ilke imza atmak, önde ve öncü olmak hiç de yabana atılır bir sorumluluk değil. Bu görsel şölen hem gözlerde, hem de damaklarda leziz bir tat bırakarak sona erdiğinde, televizyonun karşısında, hala şaşkın, sanki savaştan çıkmışçasına yorgun, gözlerim dikkat kesilmekten bitkin, sanata bir kez daha şapka çıkarmanın sarhoşluğuyla atölyeye indim.” Zenginin parasının, züğürdün çenesini yorması” , hikayesi olmasın lütfem bu güzellikler sanat dünyasında, elele verip bizler de bir şeyler  keşfedip, yaratalım. Ama önce özgün eserler, kşmseyi taklit etmeden, yaratarak, yoksa esinlenen şeye eser bile denemezki.

PREVIOUSNEXT
0 Comments
+ LEAVE A REPLY

CLOSE